Motosiklet, dünyanın o zamana kadar görülmemiş bir hızla değiştiği yirminci yüzyıla girerken keşfedildi...
O dönemde bir başka keşif daha yapılmıştı: Otomobil.
Çok daha yaygın bir kullanıma sahip olan otomobil, düzenli yollarda uyulması gereken sıkı kurallarla kullanılıyor ve en baştan beri "konforu" temsil ediyordu.
***
Motosiklet ise çok farklıydı...
Onunla bir bisikletin girebildiği en sarp yollara girebilir ve seyir sırasında kendi kurallarınızı kendiniz koyabilirdiniz...
Ama bunun da bir bedeli vardı.
***
Altınızdaki aracın kaza yapma oranı otomobilden çok daha fazlaydı ve düştüğünüz zaman canınız fena yanardı!..
Bu risklere karşın motosiklet, özellikle macerayı sevenler için onu çekici kılan bir özelliğe sahipti...
Otomobili odanızda televizyon ekranından bir macera filimi seyreder gibi kullanabilirdiniz, motosikletle yolculuk ederken ise rüzgâr yüzünüze vurur, soğuk ve sıcak sizi olumsuz etkiler, ama bütün bunlar sayesinde yolculuğu bir maceraya dönüştürebilirdiniz.
***
Motosiklet ve macera deyince akla gelen ilk isimlerden biri Che Guevara'dır...
Onun motosiklet macerası 1950'li yılların başlarında yaşanmıştı...
O yıl tıp fakültesinin son sınıfında okuyan Che ve arkadaşı Alberto Granado, Arjantin'den yola çıkıp Okyanus kıyısına yönelecekleri, daha sonra Pampalar üzerinden And dağlarını aşarak Şili'ye gidecekleri ve oradan Peru ve Kolombiya'yı geçerek Venezuela'ya kadar uzanacakları yolculuk yapmaya karar vermişlerdi...
Yolculuğu nasıl yapacaklarına gelince tartışmışlar ve sonunda Alberto'nun La Poderosa adını verdikleri eski püskü motosikleti üzerinde karar kılmışlardı...
Bu tercihi yapmalarının en önemli nedeni gezi boyunca akıllarına eseni yapmaya karar vermiş olmalarıydı!..
Che'nin günlükleri, başlı başına bir macera olan bu yolculuk için La Poderosa'nın nasıl en uygun araç olduğunu kanıtlayan pasajlarla doludur...
Öyle ki kâh çöl kumlarında takla atan, kâh buzlu dağ yollarında kayan La Poderosa sonunda bir yardan aşağı uçarak pes edince maceranın eski tadı tuzu da kalmamıştır.
***
1960'lı ve 70'li yıllarda motosiklet yolculuğu hâlâ macera anlamına geliyordu...
Che Guevara'nın izinden yürümeye karar vermiş olan Deniz, Cihan, Sinan gibi 68 gençliği önderlerinin Ankara, İstanbul gibi büyük kent merkezlerinden Malatya dağlarına doğru yola çıkmaya karar verdiklerinde motosikleti tercih etmelerinin sebebi biraz da buydu...
Ne var ki onların motosiklet yolculuğu da bir yığın aksilikten sonra menzile ulaşamadan sonlandı.
***
O motosiklet maceralarının merkezinde Tayfur Cinemre adlı motosiklet tutkunu bir devrimci öğrenci yer alıyordu...
Tayfur, Denizler'le birlikte devrimci mücadeleye atılmaya karar vermeden önce bu tutkuya kapılmış, öğrencisi olduğu ODTÜ'de bir motosiklet kulübü kurmuş, daha sonra bu becerisini arkadaşlarının hizmetine vermişti...
71'in fırtınalı günlerinde kendisiyle arkadaş olmuştuk ve motosiklet kullanmanın inceliklerini çalıntı bir motor üzerinde bana da öğretmişti.
***
Bu olaydan sonra farklı olaylar nedeniyle aranır duruma düştük ve Tayfur'la bağımız koptu...
Derken, Tayfur'un motorunu Deniz'le Yusuf'un son yolculuklarında kullandığını, başka bir motorla Sinan Cemgil'i Nurhak dağlarına ulaştırdığını, daha sonra da motosikleti o bölgede terk ettiklerini öğrendim...
Ardından Cihan Alptekin'i İstanbul'dan Malatya'ya götürürken bir başka motosiklet üzerinde yakalandıkları haberi gazetelerde yer aldı.
***
Ben o sıralar bizim "motor"un o motosikletlerden hangisi olduğunu çok merak etmiştim...
Ama artık etmiyorum, çünkü o motorların öyküsünün aslında tek bir büyük öykünün parçası olduğunu biliyorum...
O öykü, sonunda "menzile varamayacak olsa bile her yolculuğu rüzgârı yüzünde hissederek sonuna kadar yaşamak isteyenlerin öyküsü"ydü!
***
Tayfur'la geçtiğimiz yıl tekrar görüştük...
Geçmişteki motosiklet maceralarını konu alan bir belgesel projesinin hazırlığı içindeydi... Bu arada Çırağan Oteli'nin teknik müdürlüğünü yapmaktaydı ve kalbiyle ilgili bazı sorunları vardı...
Ama belli ki o kalp sonuna kadar gençlik idealleri için atacaktı.
Öyle de oldu...
Güle güle Tayfur!