Yazar Herkül Millas, 1940 Ankara doğumlu; aile İstanbul kökenli olmasına karşın iş nedeniyle 1936-1941 arasında Ankara’da yaşamış, Herkül Millas da o sırada doğmuş. Eğitimine İstanbul’da başlamış; çocukluğu ve ilköğrenim yılları Feriköy ve Şişli sokaklarında geçmiş.
Bu noktada kısa bir ayraç açayım: Yazar ile ilgili bilgileri bianet.org internet sitesinin “Herkül Millas ile mavi ülkede kırmızı ülkeyi hatırlamak” görüşmesinden, yazarın doğrudan yaptığı açıklamalardan aldığımı belirteyim.
Herkül Millas aile ortamının karamsar, kapalı ve içe dönük olduğunu anlatıyor bize. Ailenin 1940’larda İkinci Dünya Savaşı ortamında kıtlık ve yokluk çektiğini, bu yılların zor yıllar olduğunu söylüyor. (Hangi aile için zor yıllar değildi ki?) Her ne kadar 1950’lerde ekonomik olarak bir açılma olsa da, 6-7 Eylül 1955 olaylarının yaşandığını ve bu ‘olaylardan’ etkilendiklerini, 1964 Kıbrıs olayları yüzünden Türkiye’de yaşayan Yunanistan pasaportu taşıyan Rumların Türkiye’den gönderilmeleri nedeniyle babasının 1964’te Yunanistan’a göç ettiğini, kendisi ve annesinin Türkiye vatandaşı oldukları için Türkiye’de kaldıklarını anlatıyor.
Robert Kolej’in yüksek kısmını 1965 yılında bitirerek inşaat mühendisi olmuş; Mehmet Ali Aybar’ın çağrısına uyarak 1962’de Türkiye İşçi Partisi’ne üye olmuş; siyasetle oldukça ilgili bir kişi Herkül Millas. TİP ve Robert Kolej yıllarını “en iyi yılları” olarak nitelendiriyor konuşmasında. Marksizm, özellikle etnik çatışmayı sınıfsal alana kaydırdığı için çekici gelmiş, parti içinde ayrımcılık yaşamamış; hatta partiden bir kişi kendisine “gavur” dediği için partiden atılmış.
Tuzla Piyade Okulunda yedek subaylık eğitimi almış; eğitim sonunda çavuşluğa ayrılmış. Rum arkadaşlarının, solcu arkadaşlarının subay olmasına karşın kendisinin “Sakıncalı Piyade” olarak ayrılmasını, Başbakan Suat Hayri Ürgüplü’nün “Kıbrıs’ta bir Türk öldürülürse, buradaki Rumları ne yaparız?” demesi üzerine, “Bir başbakan azınlık da olsa kendi vatandaşını böyle tehdit edemez,” bağlamındaki açık mektubunun Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanması üzerine olduğunu düşünüyor. Muş’ta iki yıl askerlik yaptığını, Türk insanının en alt sınıfından köylülerle 24 saat yaşadığını ve Türk insanını tanıdığını söylüyor.
Askerlikten sonra iş hayatı başlamış; Türkiye, İtalya gibi yerlerde çalıştıktan sonra 1971’de Atina’ya yerleşmiş.
1990-1995 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Çağdaş Yunan Edebiyatı Bölümünde öğretim üyeliği yapmış, aynı yıllarda siyaset bilimi üzerine doktorasını bitirmiş.
Herkül Millas Yunancadan Türkçeye Ritsos, Seferis, Elitis gibi şairlerin şiirlerini çevirmiş; ‘Yunan Edebiyatında Türk İmajı’ kitabında kimlik ve öteki kavramlarını işlemiştir. Türk-Yunan ilişkilerinde karşılıklı algılamalar konusunda çeşitli kitap ve makaleler yazmış, hatta ‘Öteki Kasaba’ filminin yapımında da görev almıştır.
Herkül Millas iyi bir sporcudur aynı zamanda. 19 yaşında ulusal takıma seçilmiş, Türkiye birincisi olmuştur. 22 yaşında 100 ve 200 metre koşularında Türkiye birinciliği derecesi vardır. Sporu bu yaşlarda da sürdürmekte olup 2010’lu yıllarda kendi yaş kategorisinde 100 metre Yunanistan birincisi olmuştur. Görüşmenin yapıldığı yılda yüksek atlamada da Yunanistan birinciliği beklemektedir.
Türkiye’de yaşadığı ve Rum kökenli Türk vatandaşı olduğu için azınlıklar konusu, üzerinde düşündüğü önemli bir alandır yazarın; azınlıklar konusunda görüşmede söyledikleri şöyle özetlenebilir:
|
||||||
Romanın Konusu | ||||||
Roman iki aile üzerine kurgulanmıştır.
Roman, Adonis’in, oğlu Aleksandros’tan Atina’da alacağı aile mezarı için para istemesiyle başlar. Aleksandros’un karısı Polikseni mezarlık işine pek sıcak bakmaz çünkü oğlu Aristos genç yaşta ölmüştür ve mezarı İstanbul’dadır. Aleksandros kardeşi Ahileas’tan mezar parası istemek için İstanbul’a iner ama Ahileas para vermez. Aleksandros oğlunun mezarını ziyaret eder; dönüşte Rum arkadaşlarıyla karşılaşır; Rumca konuşurlar ama çevredeki Türklerden çekinirler de!
Babası Adonis’in lakabı ‘İlyiç’tir; bu lakabı 1920’lerde arkadaşı Sokrates’in dükkânında karşılaştığı Rusya’dan göçen iki Rus ile yaptığı söyleşilerden tam ters yönde etkilenerek sol eğilimli olmuştur. Aslında Adonis’in solculuğu bilinçli bir seçim değildir; hayatın kurallara ve belirli bir düzene göre yaşanması gerektiğine ilişkin inancına dayanmaktadır. Sık sık da “Vladimir İlyiç Lenin’in söylediği gibi …” demektedir.
Yazarın romanda “1920’de Rumların Yunan ordusunun ilerlemesine çok seviniyorlardı” demesi, bana kalırsa, bir gerçekliği ortaya koyması, tarafsızlığını göstermesi açısından önemlidir.
Mezar işi iki kardeşin olduğu kadar –ki, Aleksandros, kardeşi Ahieas’ın babası tarafından kayırıldığını düşünmektedir- iki eltinin de, Polikseni ile İoli’nin de aralarını açar. Polikseni’nin babası Paris Heybeliada’da yaşamakta ve bahçe işleriyle uğraşmakta, sessiz ve dingin bir hayat sürmektedir. Polikseni’nin iki kız kardeşinden biri Hartum’da (Sudan) yaşamaktadır; bu aile oğlu ve kızıyla birlikte Avustralya’ya göç eder. Öteki kız kardeş Pinelopi, Hartum’da yaşayan öteki kız kardeşin aksine, romanda daha çok yer alır. Pinelopi, İlias ile evlidir. İlias İskenderiye’de bir dükkan işletmektedir. Aile, daha sonra Mısır’da Nasır’ın iktidara gelmesiyle ve yeni iktidarın zorlamasıyla kızları Eva ile birlikte Atina’ya göç eder, yerleşirler.
Hükümet, Kıbrıs olayları nedeniyle 16 Mart 1964’te Yunan uyruklu Rumların İstanbul’da yaşamalarını sağlayan anlaşmayı fesheder; bu insanların taşınmaz mallarını satmaları yasaklanır; altın, takı gibi değerli eşyaları götürmelerine izin verilmez. Yunan uyruklu Rumlar göç etmek zorunda kalırken, ailelerin dağılmaması için Türk uyruklu Rumlar da Yunanistan’a göç etmek zorunda kalırlar.
Polikseni ada çarşısında kahve içerken çocukluk arkadaşı ve aşkı Ali’yi görür; Ali ile birlikte Piyer Loti’ye giderler; rüya gibi bir gündür.
Ahileas’ın üç çocuğundan İro ailesiyle birlikte Yunanistan’a gidecek ancak oğulları Kimon ile Temistoklis Türkiye’de kalacak; eğitimlerini sürdüreceklerdir.
Aleksandros, Ahileas’ın önerisiyle, oğlu Aristos’un mezarına bakması için kapıcı Nuriye’yi ziyaret eder; Nuriye mezara bakmayı kabul eder. Nuriye’nin oğlu Hasan Aristos’un çocukluk arkadaşıdır.
Adonis ile karısı İzmini arasında sürekli bir aile mezarı tartışması vardır. Adonis’e göre “Aile mezarımız, son evimizde bir arada olacağımız bir yer”dir.
İzmini ablası Ani’yi ilk kez Atina Nea Smirni’de görür; her iki kardeş birbirlerine ikiz kardeş gibi benzemektedir. Ani, yaşça daha büyüktür. Ani, 1896’da Abdülhamit’in Kürt aşiretlerden oluşturduğu Hamidiye alaylarının yaptığı kırımlardan kaçan ve ormanda bulunan bir kızdır; o yıllarda 4-5 yaşındadır. Ani, kendilerinin Türkçe konuşan Ermeni olduğunu, anadillerinin Türkçe olduğunu, Gregoryen Hıristiyan olduklarını söyler. Ani 1955’te Atina’ya göç etmiştir. İzmini ise anasız-babasız bir yetim olarak Katolik rahibelerce Katolik olarak yetiştirilmiş; evlenince de Ortodoks olmuştur. Adonis, karısı izmininin “Türkofon Ermeni olduğunu kabullenemez; “Çocuklarımın annesi Türkofon bir Ermeni olamaz; madem öyle memleketiniz Erzurum’a geri dönün,” der. Ani’nin ölmesi ve karısı İzmini’nin kardeşinin aile mezarına gömülmesi isteğine karşı “Bir Ermeni, hatta anadili Türkçe olan biri aile mezarına ilk giren olacak, imkânı yok,” der ve kabul etmez.
Romanda Kavafis’in ‘Kent’, ‘İthaka’, Duvarlar’, Mumlar’, ‘Barbarları Beklerken’ ve ‘Tanrı Antonius’u Terk Ediyor’ şiirlerine gönderme yapılıyor. Kanımca bu güzel şiirleri tam bu noktada bulup okumak ayrı bir keyif verecektir okuyuculara.
Göçle birlikte hem Aleksandros hem de Ahileas’ın aileleri artık Atina’dadır.
Romanda ana izlek “Nereliyiz, nereye aidiz?” sorusudur; göç ettikleri Atina’da anıları, yaşanmışlıkları yoktur. Kimlikler önemli bir sorundur: Vatan, memleket, ülke, topraklar, mahalle, aile, ev, din, dil, anılar, yaşanmışlıklar, aidiyet, hissedilenler, mezar, vb. Bu bağlamda romanın özellikle 112-118’inci sayfalarını okumanın romanın bütün ana izleğini özetlediğini düşünüyorum. Bu noktada romandan iki alıntı da yapılabilir: Birincisi, “Oğlu soyadını taşıyanlar fazlasıyla Yunanlıdır,”; ikincisi “Karamanlılar da Türkçe konuşuyor ama kimse Yunanlılıklarını sorgulamıyor.” İsteyen okurlar Karamanlılarla ilgili tarihsel bilgileri araştırabilir. Benim amatörce yaptığım kısa bir araştırmada Karamanlıların Bizanslılar döneminde Balkanlardan Anadolu’ya sınır güvenliği için getirilen Peçenek gibi Türk boylarından olduğu, Türkçe konuştukları, Ortodoksluğu kabul ettikleri ve İstanbul’un fethi ile birlikte Fatih’in de Karamanlıların bir bölümünü İstanbul’a yerleştirdiği yönündedir.
İstanbul’a son ziyaret Polikseni’nin babası Paris’in ölümü nedeniyle İstanbul’a gelmesi, Heybeliada’daki evini satması, oğlu Aristos’un mezarını ziyaret etmesidir. Polikseni’ye göre babası Paris “Heybeliada’da, vatanında ölmüştür.” Oğlunun mezarı olağanüstü bakımlıdır; Nuriye, Nuriye ölünce de oğlu Hasan mezara bakmıştır.
Ahileas’ın büyük oğlu ABD’ye gitmiş, orada Küba kökenli bir Amerikalıyla evlenmiştir; Temos’un kızları hiç Yunanca bilmemekte, İngilizce ve İspanyolca konuşmaktadır. Küçük oğlu Kimon ise İstanbul’da, kendini vatanında hissetmektedir. Ajda adlı bir kızla evlenmiş; ancak telefonda kızın adını Anda olarak söylemiştir. Kimon ile Ajda’nın kızı Ada ise hiç Yunanca bilmez.
Romanı kitapta geçen Rumca bir şarkının sözleriyle bitirmek isterim:
Belki de John Lennon’un ‘Imagine’ şarkısını yüksek sesle söylemek iyi gelecektir.
|
||||||