Doğma büyüme İstanbullusunuz. Ankara ile yolunuz nasıl kesişti? |
Beykoz’da doğdum. Deniz kenarında bir evde oturuyorduk. İlkokulumuz da deniz kenarında yeni yapılmış çok güzel bir bina idi; “40. İlkokul”du adı. Çok ilerici ve iyi bir öğretmenimiz vardı. İlkokuldan sonra Amerikan Kız Kolejine kaydoldum ve ailem Arnavutköy’e taşındı. Yine evimiz deniz kenarında idi. Boğazdan dolayı serin sularda yüzmeyi hala çok severim. Koleji bitirdikten sonra İstanbul Tıbbiyeye gitmekti niyetim. Son sınıfa kadar pekiyi derece ile bitirmiştim. O yıllarda Anadolu’daki temel eğitim pek yeterli olmadığı için İstanbul Tıbbiyeye genellikle not ortalaması pekiyi olan İstanbullu öğrenciler girebilirdi. Bizim bitirdiğimiz yıl devlet–MEB bir olgunluk sınavı koydu ve hemen bütün kolej mezunlarını “Cumhuriyet Tarihi” dersinden bıraktılar. Aslında amaç Anadolu çocuklarına bir şans vermekti sanırım. Belki de iyi yaptılar. Eylül’de sınavı geçtik ama bizim pekiyi olan not ortalamamız iyi oldu ve ben İstanbul Tıbbiyeye giremedim. Ancak Ankara Tıbbiyeye girebiliyordum. Tıbbiyede ilk girdiğim derste ki amfide oluyordu- bütün erkekler dümbelek çalarak, tezahüratla beni karşıladılar. Çok az kadın öğrenci vardı. Amfinin ön sıralarına gidene kadar ter içinde kaldığımı hiç unutmam. Ankara hikayem böyle başladı. |
Ve evlilik? |
Tıbbiyedeki ilk senemde çok zorlandım. Temel dersler 4-5 ayrı yerde – bölgede oluyordu. Dışkapı- Sıhhiye- Beşevler arasında gidip geliyorduk. Bunlara uyum sağlamam çok zor oldu İstanbul’dan sonra. Tıbbiyeyi bırakmak istedim ama İstanbul’a geri dönmek istemedim. Çünkü koleji bitirdiğimde ABD’den bir burs kazanmıştım ama babam göndermemişti. Buradan tek başına ben seni gönderemem, evlenirsen ancak kocan karar verir demişti. Çok baskıcı bir aile ortamında yetişmiştik. Sinemaya bile ancak annemle gidebiliyorduk. Belki de bunun etkisi vardı evlenme kararı almamda. Evlendim ve tıbbiyeyi bıraktım. Hemen ilk oğlum Can doğdu. Eşim hem okuyup hem de yarı zamanlı çalışıyordu. Bundan sonraki kariyerim artık evli ve çocuklu olarak devam edecekti... |
DTCF İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü |
İngilizcem çok iyi olduğu için Tıbbiyeyi bıraktıktan sonra önce öğretmen olmak istedim ama Gazi Eğitim Enstitüsünde çok zorluk çıkardılar. Sonra Dil Tarih Coğrafya Fakültesine gittim. O zaman Prof. Dr. Gatenby bölüm başkanı idi. Büyük bir sevinçle karşıladı ve girdiğim bir sınavın akabinde girişim yapıldı. Okula başladıktan sonra ise beni direkt 2. sınıfa almayı teklif ettiler. Ama kurallara göre 4 senede bitirme zorunluluğu olduğu için dersleri yayarak okumamı önerdiler. Böylece bitirdim. Okulu bitirdiğim sene 2. çocuğum Alp doğdu. |
ODTÜLÜ YILLAR
ODTÜ’nün ilk öğretim görevlilerindensiniz. İlk ders kitaplarını kendiniz hazırlıyorsunuz. Buradan başlayarak ODTÜ yıllarınızı nasıl anlatırsınız? ODTÜ ile yolunuz nasıl kesişti? |
DTCF’ni bitirdikten sonra çocukları büyütürken aynı zamanda sefaretler için günlük bülten çevirileri yapıyordum. Bir süre TED Kolejinde İngilizce matematik dersi verdim. Daha sonra çocuklara eşimle nöbetleşe bakabilmek için akşamları 18.00-20.00 arası Amerikan Kültür’de ders vermeye başladım. Daha sonra bir gün ODTÜ’de ders veren kolejden bir arkadaşımla karşılaştım ve onun önerisiyle 1956’da açılan ve o sıralar Meclisin arkasındaki barakalarda eğitimini sürdüren ODTÜ’ye görüşmeye gittim. İdari İlimler Fakültesi Dekanı ile görüştüm. Çok donanımlı ve babacan bir profesör idi. İngilizce öğretmenliği için büyük bir ihtiyaç vardı. Hemen işe alındım. Bu arada 1960 İhtilali oldu ve bir süre sadece çevirmenlik, düzeltmenlik vs yaptım dersler başlayana kadar. Sonra DTCF Tarih Bölümünden tanıdığım Yuluğ Tekin Kırat da ODTÜ’ye geldi ve biz birlikte “Freshman English” Bölümünü kurduk. Barakalarda başlayan çalışmalarımız ODTÜ Kampüsüne taşındığımızda Mimarlık Binasında devam etti. Ağırlıklı olarak birinci sınıflara ortalama 9 saat İngilizce dersi veriyorduk. Çünkü o yıllarda ancak İngilizceyi iyi bilenler gelebiliyordu ODTÜ’ye. Arada İngilizceleri yetersiz çok zeki çocuklar gelirse özellikle mühendislik bölümlerinde onlara yardımcı olunmaya çalışılıyordu. Henüz hazırlık bölümü kurulmamıştı. Yabancı kitapları getirtmek çok zordu. İlk ders kitaplarını biz hazırladık, teksirle çoğalttık. Daha sonra Freshman English Bölümü olarak Fen ve Edebiyat Fakültesine bağlandık. Bu arada Anadolu’dan gelen çocukların sayısı artmaya başlamıştı ve biz yazın verdiğimiz hazırlık kursları ile onları eğitime hazırlamaya çalıştık. Çok akıllı çocuklardı ve maalesef hemen hepsi erkekti. Daha sonra 1963’te İngilizce Hazırlık Bölümü açıldı. |
Master-Doktora... |
Hayalimde hep yurt dışında doktora yapmak vardı. Bunun için projemi hazırlayıp yurt dışı bursu veren bir kuruluşun görüşmesi için 1964 yılında İstanbul’a Boğaziçi Üniversitesine geldim. Projem çok beğenilmesine karşın evli ve 2 çocuklu olmam nedeniyle burs başvurum reddedildi. Bunun üzerine Fullbright bursuyla Kaliforniya Üniversitesi–Berkeley’e başvurdum ve master için kabul edildim. Çocuklarım ve eşim Türkiye’de kaldığı için 2 senelik master programını bir senede bitirdim. Ernest Hemingway üzerine tezimi yazdım ve dönünce aynı konuda DTCF’de doktoraya başladım. Aynı zamanda ODTÜ’de Beşeri İlimlerde daha çok seçmeli olarak dersler vermeye başladım. Modern Drama, Political Novel ve Comparative Novel dersleri özellikle mühendisliklerin çok ilgisini çekiyordu. ODTÜ öğrencilerinin ilgisini çekebilecek dersler hazırladım. Düşünmeyi, araştırmayı, insan ilişkilerini öğreten derslerdi. Edebiyat mühendislere de gerekliydi.
Bir dönem Beşeri İlimler Bölüm Başkanlığı yaptım. Özellikle ABD ile öğretim üyesi değişim programı için çok uğraştım ama kabul görmedi. 1980 sonrası kurulan YÖK, bütün üniversitelere aynı programı dayattı. Bu kabul edilebilir bir şey değildi. Zaten 1983’de üzülerek emekli oldum. |
Yurtdışında hangi üniversitelerde nasıl çalışmalarınız oldu? |
Emekli olduktan sonra eşimle birlikte Michigan State Üniversitesinde ders vermek üzere Amerika’ya gittik. Daha çok Modern ve Ortaçağ olmak üzere Uygarlık (Humanities) dersleri verdim. Modern Çağ dersinde yüzde yirmi müfredata eklemeler yapabiliyorduk. Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini okuttum. O sıralar İngilizceye çevrilmiş çok az Türk romanı vardı. “İnce Memed” de onlardan biriydi. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiirlerini okuduk.
Daha sonraki on yılda Kwansei Gakuin, Kobe Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve Surrey Üniversitesi gibi dünyanın farklı yerlerindeki üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görev aldım. Japonya’da da İnce Memed’i okuttum. Pittsburg Üniversitesinin “Semester at Sea” adlı programında “Orta Doğu Kültürü ve Dünya Romanları” derslerini verirken 500 öğrencili gemimiz ile dünyanın çevresini dolaştık. |
Ve Londra Yılları... |
Eşim emekli olunca 1991 yılında Londra’ya yerleşmiştik. Orada çok aktif bir ortamda buldum kendimi. Londra’daki Türk topluluğu içinde bir çok etkinlik düzenledik. Atatürkçü Düşünce Derneğinin Londra Şubesinde Bilim Kurulu başkanı oldum. Türk Kadınlar Birliği kurulurken oradaydım. Türk kadınlarını tanıtan bir çok etkinlikte konuşmacı oldum. Bugünkü projem de “Atatürk’ün ilk öğretmenleri” projesi orada şekillendi. Çünkü o zamanda da eğitim çok önemliydi, bugün de çok önemli. O zor koşullarda yapılan öğretmenlik deneyimleri bugüne de ışık tutacaktır. Orada gençleri özendirdik, çok güzel bir grup kurduk. |
Çalıştığınız üniversiteler içinde ODTÜ’yü nasıl bir yere koyarsınız? |
Çok farklı ve iyi bir yere koyarım. ODTÜ’yü çok severim. Belki de başından beri orada çalıştığım ve çok emek verdiğim içindir. Ayrılırken çok üzülmüştüm. Çok akıllı çocuklar gelirdi. Leb demeden leblebiyi anlayan çocuklardı. Ders vermek çok keyifliydi. Giderek kız öğrencilerin sayısı da arttı. |
Aktif ders verme sonrasında çok sayıda çevirinizin yanı sıra bir çok çalışmanızın kitaplaştırılıp yayınlandığını görüyoruz. Hemingway üzerine çok sayıda çalışmanız ve bir kitabınız (Sonsuza Dek Hemingway- Bilgi yayınları-2020) var. Neden Hemingway? |
Master ve doktora tezlerim Hemingway üzerine idi. İnceledikçe ona olan ilgim ve beğenim arttı. Hemingway Society’ye üye idim. Her sene yapılan kongrelerine sunumlar, makaleler hazırladım. Boston’da J.F. Kennedy Kütüphanesinde Hemingway özel bölümünde araştırmalar yaptım. El yazmalarını inceledim. Bu konuda yazdığım makalelerin özellikle bir kaçına çok değer verilmiş ve uluslararası literatürde kabul görmüştür. Hemingway, Kurtuluş Savaşının sonlarında 1922 Eylül’ünde gazeteci olarak Türkiye’ye gelmiştir. İstanbul’da 15 gün kadar kalır. Yunanlıların Trakya’yı terk edişlerine tanıklık eder. Yazdıkları “Anadolu’yu Terk Etmek” adıyla o yıllar çalıştığı Kanada Toronto Star Gazetesinde yayınlanır. Sadece telgraf ile gönderebilmektedir yazılarını ve telgraf çok pahalıdır o dönemde. Az, öz ve ilgi çekebilecek şekilde yazmayı bu gazetecilik yıllarında geliştirmiştir. |
Doğan Yayınlarından 2015 yılında çıkan (Ayşegül Baykan ile birlikte) “Geçmişi Unutturulan Adam—Hakkı Behiç” isimli biyografik çalışmanızla ailenizin köklerine de gidiyorsunuz. Dayınızın yaşam öyküsü ile birlikte aynı zamanda cumhuriyetin ilk yıllarına da çok özel bir tanıklık yapan bu çalışma sizde neler uyandırdı? |
O öykülerin bazıları ile birlikte büyümüştüm. Hakkı Behiç annemin kendisinden 20 yaş büyük öz ağabeyi. Çok başarılı eğitim ve iş hayatı olmuş; aynı zamanda başarılı bir yazar ve kadın hakları savunucusu. Ama ne yazık ki kız kardeşlerini okutturmayı başaramamış. Çok istese de aldığı aile terbiyesi gereği babasına boyun eğmek zorunda kalmış. Meşrutiyetin ilk meclisinde mebus olarak yer alıyor. Kurtuluş savaşının ilk yıllarında Atatürk’ün yakın çalışma arkadaşı. Atatürk’ün kurdurduğu Komünist Partisinin yöneticisi. Bu parti sayesinde Rusya’dan çok yardım almışlar. Fakat daha sonra yine Atatürk’ün emriyle bu parti kapattırılıyor ve yöneticilerinin çoğu tutuklanıyor. Dayım ise o tarihten sonra hiçbir görev kabul etmeden kendi inzivai hayatını yaşıyor ve o yıllara dair hiç konuşmuyor. |
Yine Ayşegül Baykan ile birlikte 1999 yılında İletişim Yayınlarından “Nezihe Muhittin ve Türk Kadını” isimli kitabınız yayımlandı. Kendinizi feminist olarak görür müsünüz? Kadın meselesine bakışınızı kısaca soracak olsak neler dersiniz? |
Kendimi bildim bileli kadın haklarının yanında oldum. İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasına çok üzüldüm. Hiç değilse resmi olarak atıf yapılabilecek bir zemin sunuyordu. Ama çok uzun sürmeyecektir bu, mutlaka geri gelecektir. Ben inanıyorum ki çağ dışı davranışlar tarihin ileriye gitme kervanına eninde sonunda katılmışlardır. |
Şu anda üzerinde çalıştığınız başka projeleriniz var mı? Ya da yapmak istediğiniz? Onlardan bize bahsedebilir misiniz? |
Kendi biyografik kitabım çıkmak üzere. Ayrıca ODTÜ’de de öğretim üyeliği yapmış Gönül Pultar benim hakkımda bir anı kitabı hazırlıyor. Eylül ayında tanıtımı yapılacak. Ben eşim ile ilgili bir hatıra kitabı yaptım. Atatürk Dönemindeki İlköğretim Öğretmenleri hakkında bir proje çalışması yapıyorum. Ve daha aklımda bir çok proje var... |
Bu kadar üretken olabilmenizi neye bağlıyorsunuz diye sorsak Belma Ötüş Baskett bize neler der? |
Başka türlüsünü bilmiyorum diyebilirim. Başka türlü zaman geçiremiyorum. Moda’ya taşındığımda Muhtar ile tanıştım. Hemen beni Moda İhtiyar Heyetine üye yaptı. Moda Atatürkçü Düşünce Derneği çalışmalarına katılıyorum. Şartlarımı hep zorladım, yapabildiklerimi yaptım. Erken kalkmaya alışkınım çocukluk çağlarından beri. Hala 6.30-7.00’de kalkarım ve sabahları çalışırım. |
Genç ODTÜ mezunlarına neler söylemek istersiniz? |
Kolayına gitmeyin derim. Tembellik bir anlamda kokuşmuşluk getirir. Bir vizyonunuz olsun. Ne istiyorsanız kalbinizle, gönlünüzle yapın ve mutlaka çevrenize bir faydası olsun. Düşünen, beyniyle hareket eden bireyler olarak insanlığı bir nebze olsun ileriye taşımayı hedeflemeleri gerekir. |