Usta yazar, eğitim emekçisi ama bugünden düne bakınca sivil itaatsizliğin ülkemizdeki büyük yürüyüşçüsü Fakir Baykurt’un en bilinen, en çok okunan romanlarından “Yılanların Öcü”. Filmleri çekilen, tiyatro oyunu ödüller alan bir yapıt.
“Yılanların Öcü” bir yandan masal içinde masal, öte yandan Anadolu kadınının yaşadığı cefa kadar gerçek. Bir yanda kinci şahmaran ve sülalesi yılanların intikamı, öte yanda küçücük yoksul bir köyde gücün iktidarın insanın başına ne dertler açtığını birbirine dolayarak hikayeleştiren bir roman. Irazca’nın, Haçça’nın, Fatma’nın, Anadolu’nun üç kadınının erkeklerin iktidar dünyasında var olma, yaşama, nefes alacak kadar da olsa suyun üzerinde kalabilmelerinin romanı.
Fakir Baykurt, eğitime, eğitim eşitliğine, edebiyata, yazıya adanmış hayatında çıktığı köyün vizörünü kaybetmeden yaşamış bir yazar. O vizör, Anadolu’nun yoksul köy hayatının, yoksulluğun insanlara ne ettiğini, iktidar/güç ilişkilerinin insanları ne hale getirdiğini billurca gösteren bir vizör. Bakın ne demiş Fakir Baykurt:
“Gerçek olan, yeni bir edebiyatın varlığı karşısında olduğumuzdur. Bu edebiyat Türkiye'nin sınırları içinde doğmuştur. Bunun ulusal edebiyata katkı olduğu çoktan anlaşılmıştır. (…) Dileğim, daha çok romancımız, öykücümüz olsun; köyü de, kenti de, fabrikayı da, ocağı da, ormanları da, bahçeleri de, salonları da, mutlulukları da yazsınlar. Edebiyatçımız azdır. Okuyucumuz yabancı yazınların baskısı altındadır. Çeşitli konularda çok yazılması, bizi daha nitelikli yapıtlara kavuşturur; belki en başta söylemeliydim, azdan nitelik çıkmaz. Köy kaynağından fışkıran edebiyatın, yönü topluma dönük, okuru etkileyen, ona yarar sağlayan, nitelikli bir edebiyat olduğu elbet bir gün algılanacaktır.”
(Köylerden Şehirlere, 1975)
Fakir Baykurt’un romanları, öyküleri, ödüllerini bu yazıya alamıyorum, sığmaz. Dilinden örnekler vermeyi tercih edelim. Yerel dilin güzelliklerini hiç çekinmeden kullanır Baykurt. Gök göverti (bostan), harım (köye yakın tarla), hayat (evin üst kat odalarının önü) ve daha niceleri dilin söylediği masalı zenginleştirir, özgünleştirir. Okur, yoksul köyün zamansız gerçekliğinde masallarla, hikayelerle, bezeli bir izlek içinde dolaşır. Yoksulluk masal değildir, iktidar da. Ama bu gerçeklik hiç didaktik olmayan, hiç slogan barındırmayan bir üslupla dile gelir. Bu yüzden, romanda döne döne kullanılan yerel dil kısa sürede okurun da dili olur. Fakir Baykurt böylelikle zoru, çok zoru başarır.
“Yılanların Öcü”, her şeyi bilen ve her şeyi gören bir anlatıcının “hâkim bakış açısı” ile aktarılır. Anlatıcı-yazar, roman kişileriyle ilgili her şeyi, onların düşüncelerini, niyetlerini bilir ya da sezer, kahramanların geçmişlerini ve geleceklerini bilir, aynı anda meydana gelen olayları betimler. Zaman zaman geniş zaman kullanarak ve kısa cümlelerle, tekrar kelimelerle etkiyi artırmayı amaçlayan anlatıcı / yazar uzun diyaloglardan, tiradlardan da kaçınmaz. Mizah, şiirler ve arada şiirsel dil, epik kır peyzajları, insanlaştırılan hayvanlar/yılanlar, lirik tad romanı zenginleştirir.
Fakir Baykurt, romanında gerilimi ustaca artırır. Başlangıçta sakin bir pastoral sahne kuran yazar bu sakinliğin bozulmasını ve gittikçe artan ölçüde gerilimi üst üste hikayelerle kurgular. Sonunda gerilim baskınla doruğa tırmanır ardından da sönümlenir. İsyanın, kavganın, çatışmanın gerilimsiz olamayacağını, kaçınılmaz olarak bu gerilimle yüzleşmeye hazır olanla bu gerilimi kaldıramayanları, Baykurt romanda ustaca karşı karşıya getirir.
Öte yandan, romanı basma kalıp bir toplumcu gerçekçi köy romanı olarak okumak doğru değildir. “Yılanların Öcü” bizi içine alıp köyün tozuna toprağına saran dili ve derinliği ile bu toprakların okunmazsa olmaz romanlarından biridir.
Son sözü Irazca söylesin:
“Teptiler kapımı. Bayram ufak. Kimselere açamadım; dul! Fesi yasak ettikleri yıl önülceğimi kestiler; dul! Orman askeri çıktı, yeniden savaş çıktı; dul! Kemal gitti, İsmet geldi, particilik çıktı; dul! Şimdi de Köy Kurulu’na seçildim diye Deli Mehmet’in oğlu evimizin önüne ev yapmağa kalkıyor; dul! Dul olunca insandan aşağısın; dul! Belin çukur; dul! Gören binmek istiyor; dul! Dul mu!, ölmedim bugünece! Bugün ölsem de gam değil! Bayram büyüdü, işini aldı önüne. Hatta bir yükten kurtulur, ölürsem. Ne yapacağım daha fazla yaşayıp; dul?
Yarısı yanık odun kökü gibi, ayaklar altında; dul! Dulu, dul karıyı göstereceğim onlara!..”
(sayfa 58)