Görülmüş şey değildi. CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun 31 Mart seçimlerinde az farkla da olsa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği tam 17 gün sonra verilen mazbatayla tescil edildi.
Yasalara göre seçim tekrarı kapısı hâlâ açıktı, mazbatasının elinden alınması hâlâ mümkündü ama kavga psikolojik olarak da kazanılmıştı. AK Parti adayı Binali Yıldırım’ın İmamoğlu’nu tebrik etmesiyle aslında YSK’ya yapılmış itirazlara rağmen havlu atılmış sayıldı. Erdoğan ise sanki 2 Haziran seçimini az farkla kazansa artık o seçimin ona hayrı olacakmış gibi YSK kararını bekliyordu.
Sadece İstanbul da değil; Ankara, İzmir, Adana, Antalya. Türkiye’nin milli gelirinin neredeyse dörtte üçünü üreten beş büyük şehir belediyesi, engin imkânlarıyla birlikte muhalefete geçmişti. Daha her şey çok sıcak ama soğudukça son 25 yıldır, özellikle son on altı yıldır, AK Parti hükümetlerinin, ayrıca partinin çoğunlukla da vakıf şirketleri aracılığıyla belediyelerle kurduğu mali ilişkiler ortaya çıkmaya başladı.
Son on altı yıldır, özellikle de Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına seçildiği 2014 ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin desteğiyle Cumhurbaşkanlığı Hükümeti rejimine geçildiği 2017’den bu yana yaşanan ve toplumsal muhalefetin sesinin kısılmasını amaçlayan yoğun uygulamalara karşın, Türkiye de seçmenin yarısının, demokratik olgunluk içinde “hayır” demeye devam ettiği görüldü. Erdoğan’a şahsi tepkileri nedeniyle dışarıdan bakıp Türkiye’yi, yüz yıl önce “Enverland” dedikleri gibi, şimdi de “Erdoğanland” sayarak dışlama gayreti içinde olanların yanıldığı, halkın çoğulcu demokrasiye sahip çıkmaya başladığı görüldü. Geçen gün fırıncı bana “Komadan çıktık, nefes almaya başladık mı Murat bey?” diye sordu; yardımcısı “Şimdi iyi bir doktor lazım iyileşmek için” diye ekledi.
Evet, toplum, AK Parti içinde demokratik vicdana sahip kesimler dâhil, daha rahat bir nefes aldı yıllar sonra.
Peki, bu seçimin dönüm noktası neydi, öncekilerden ayıran neydi?
Dönüm noktasının 31 Mart gecesi saat 23 dolaylarında Anadolu Ajansının (AA) İstanbul sonuçlarını vermeyi durdurduğu andan, yaklaşık 11 saat sonra, 1 Nisan sabahı YSK Başkanı Sadi Güven’in AA’ya zaten hiç veri vermediklerini ilan edip, o ana dek çıkan sonuçlarla İmamoğlu’nun önde oluşunu teyit ettiği zaman dilimi olduğunu söyleyebiliriz. AA’nın sadece AK Parti’den gelen sonuçları yayınlamasının 2014’ten bu yana bütün seçimlerin kuralı olduğunu böylece herkes öğrendi. AK Parti İl Başkanlıklarının Genel Merkez’e geçtiği sandık sonuçlarının bir ucu da AA’ya gidiyordu. Ancak İmamoğlu’nun Yıldırım’ı üç bin oy kadar geçtiği anlaşılınca, İl Başkanı Bayram Şenocak hattı kapatmıştı; hem de sadece AA’ya değil, Ankara’ya, genel Merkeze giden hattı da; o an itibarıyla AK Parti Genel Merkezi de İstanbul sonuçlarını göremez olmuştu. Çünkü Şenocak, önce Başbakanlık, sonra Meclis Başkanlığı koltuğundan, kendi deyimiyle “emekli edilen” Binali Yıldırım’ın İstanbul adayı olurken değiştirilmesini istediği isimdi. Oysa Hazine ve Maliye Bakanı, aynı zamanda Cumhurbaşkanının damadı Berat Albayrak’ın (ve aynı zamanda AK Parti seçim işleri Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz’un) Trabzonlu hemşerisi olan Şenocak, Yıldırım’a karşı yerini koruyabilmişti. Erdoğan’ın artık Ankara’yı gözden çıkarıp son üç gününü İstanbul’da geçirmesinin ardında, İl teşkilatının Yıldırım’a gerekli desteği vermemiş olduğunu görmesi de vardı. Şimdi Şenocak, faturanın kendisine çıkacağını anlayarak süreci dondurmaya çalışıyor, belki o arada sandık sonuçlarına sihirli ellerin, belki kedilerin müdahil olup tekrar Yıldırımı önde gösterecek sonuçlar getirmesini bekliyordu.
İlk varsayım yanılgısı buydu. Çünkü bu defa sadece CHP’li değil, İYİ Partili, Saadet Partili, HDP’li, ÖDP’li sandık görevlileri de sandık başındaydılar; her seçim olduğu gibi AA’nın verdiği sonuçlarla “kaybettik” yılgınlığına girip evlerine gitmemiş, ıslak imzalı sandık tutanaklarını fotoğraflayıp belgelemişlerdi.
İkinci varsayım yanılgısı AA’dan geldi. Genel Müdür koltuğunda Albayrak, Yavuz ve Şenocak’ın Trabzonlu hemşerilerinden olan Şenol Kazancı’nın oturduğu, sabaha karşı kesintinin “sahadan” ve “YSK’dan veri gelmeye başladığında son bulacağını açıkladı. Son torba yasayla görev süreleri birer yıl uzatılan YSK üyelerinin bunu sessizlikle kabulleneceği var sayılmıştı belki de. Oysa bu durumun suç olduğunu ve suça ortak arandığını fark eden YSK’nın yüksek yargıçları, kendilerini koruma refleksiyle bütün sorunun AA ile AK Parti arasında olduğunu deşifre etmiş oldu; Sadi Güven’in “müşterimiz değil” açıklamasının satır aralarında bu vardı.
O saatten sonra terzi deyimiyle dikişler patladı ve o saate kadar seçimin ne kadar başarılı ve şaibesiz geçtiğini söyleyen yetkililer, Trabzonlu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dâhil, kendi kontrolleri altında yapılan seçimlerde şaibeden söz etmeye başladılar; itiraz furyası da böyle başladı.
Gerisini biliyoruz.
Kaderin cilvesine bakın ki, kazanan da bir Trabzonlu oldu; Ekrem İmamoğlu. Onun arkasındaki örgüt gücün yöneten Canan Kaftancıoğlu da, Trabzonlu değildi ama o da Karadenizliydi; Ordu’dandı.
Türkiye’de yeni bir dönem açılıyor. AK Parti’nin muhalefetin elindeki belediyelere hayatı dar etmeye çalışacağı yolunda tehditler başladı bile. Ancak hâl böyle olsa da, Türkiye’nin en zengin şehirlerinin yönetimi artık iktidar blokunda değil; hayat iktidar için de artık eskisi kadar kolay olmayacak gibi görünüyor.