31 Mart yerel seçimleri başta İstanbul olmak üzere, AKP’nin Ankara, Adana, Antalya, Mersin ve Hopa gibi yıllardır elinde tuttuğu bir çok belediyeyi kaybetmesiyle sonuçlandı. Ülkemizde umut ve heyecan yeniden filizlendi. Bir arada yaşama pratiğinin kök saldığı, seküler reflekslerin güçlü olduğu, yabancı kültürlere açık, dünyayla en yakından ilişkili kentlerin yönetimi sosyal demokrat yönetimlere geçti.
Sorunlara eşitlik, özgürlük, paylaşma ve dayanışma değerleri temelinde yaklaşan bir zihniyete bu ülkenin çok gereksinimi var. Hizmetlerin hiçbir ayırım gözetmeksizin tüm yurttaşlara sunulması perspektifinin egemen olması mümkün.
Toplumcu bir yerel yönetime en uygun çerçeve “dayanışma ekonomisidir”. Dayanışma ekonomisi piyasacı sisteme ve otoriter devletçi anlayışlara karşı insanı ve gezegenimizi merkeze koyar. Yerel yönetimler aşağıdaki uygulamaların tümünü hayata geçiremezse bile en azından dağarcığında tutabilir, uygulanabilirliklerini araştırabilir, gelecek planlarına dahil edebilir.
Dayanışma ekonomisinden söz ederken, böyle bir anlayışın ancak yerel halkın isteği, inisiyatifi ve çabasıyla yaşam bulabileceğini hatırlatalım. Yerel yönetimler olsa olsa süreci kolaylaştırabilir, teşvik edebilir, fikir verebilir ve altyapı desteği sağlayabilir. Dayanışma ekonomisi uygulamaları doğaları gereği yerel, gönüllülüğe dayalı ve küçük ölçeklidir.
Ölçeklerin küçük olması, bu tasarımın büyük kentlerde yaşam bulamayacağı anlamına gelmez. Aksine çok sayıda “mikro” örnek birbirinden öğrenebilir, farklı deneyleri kendi mekanının öznel koşullarına uyarlayabilir, aralarında yatay ilişkiler geliştirebilir. Örneğin, İspanya’nın iki büyük kenti Barcelona ve Madrid yerel hak arama mücadelelerinden yükselen sosyalist iki yürekli kadın Ada Colau ve Manuela Carmena tarafından yönetiliyor. Sosyal ve dayanışma ekonomisi anlayışı yerel yönetimleri biçimlendiriyor. Colau 2017’de enternasyonalist bir örgütlenmeyi, dünyadaki sol belediyeleri çatısı altında toplayan “Korkusuz Şehirler” (Fearless Cities) inisiyatifine de öncülük etti. Düşünüyorum da neden olmasın! Neden bizim belediyelerimizde bu girişimin üyesi haline gelmesin!
Bunun için öncelikle “niyet, gayret, zihniyet” gerekiyor. Daha yola çıkarken kentin çehresini değiştirmeye, artık fosilleşmiş “neoliberal-muhafazakar” sentezin yerine halkçı bir anlayışı yerleştirmeye, “yeni bir başlangıç” yapmaya niyet etmelisiniz; Peşinden gayret gelmeli; Bu pratiği “sözün, yetkinin, kararın” halkta olması gerektiğine inanan, kökleri Fatsa’ya uzanan bir “zihniyete” dayandırmalıyız.
Gerçekten de yerel yönetimlerde muhasebe kayıtları değil, zihniyet çok daha önemlidir. Mevcut AKP belediyelerinin de azımsanmayacak sosyal yardım programları bulunuyor. Onlar bu yardımları “biat, itaat, minnet” karşılığında “koşullu” yapıyor. Halbuki yurttaşların ekonomik sorunlarını kamucu bir yaklaşımla ele almalı bunu onları “incitmeden, damgalamadan, gururlarını kırmadan” gerçekleştirmelisiniz. Örnek mi? Aşağıda yer vereceğimiz “ortak mutfaklara” gücü yetenler etini, pirincini, patlıcanını, maydanozunu getirerek pekala katkı sağlayabilirler. Yerel yönetim altyapıyı hazırlayabilir, mekanı açabilir. Burada insanlar gönüllülük temelinde işe koyulur, tencereler kaynar, topluluk neşe içerisinde yemeğini yer. Kimseye “sen kaç kuruş sağladın?” diye sorulmaz. Halbuki siz küçük bir gıda yardımı için muhtardan fakir belgesi getirmesini talep ettiğinizde, yurttaşın açlığını hafifleteyim derken ruhunda onulmaz yaralar açabilirsiniz.
Şimdi, dayanışma ekonomisi uygulamalarını bir bir irdelemeye başlayalım. Ama önce Henri de Roche’un “Önceleri ütopyalarımızı pratiğe uygulamanın derdindeydik; şimdi pratiklerimizle ütopyalarımızı yaratıyoruz” sözünü bir hatırlayalım…
1) Katılımcı bütçe: Özünde kent bütçelerinin önceliklerinin politikacılar tarafından belirlenmesi yerine, halk meclislerinde tartışılarak-oylanarak yurttaşların kendi yaşamlarıyla ilgili kararları kendilerinin alması anlamına gelir. Burada mahalle meclislerinin temsilcileri ile ekolojik hareketlerin, mimar-şehir plancılarının, gençlerin, yaşlıların, kadınların, engellilerin talep ve önerilerini birleştirecek-bağdaştıracak ortak bir zemine gereksinim duyulur. Örneğin olanaklar boş bir arsaya ancak tek bir tesis kurulmasına elveriyorsa öncelik bir “okul mu, kreş mi, kütüphane mi yoksa gençlik merkezi mi olmalıdır?” işte buna karar verilir. Eğer dipten bir dalga yaratılabilirse, yurttaşlar gerçekten kendilerini bir özne olarak hissederse, “belediye meclislerinin ve başkanın yurttaş iradesinin önüne geçmesi mümkün olmaz”.
2) Semt mutfakları: Böyle bir inisiyatif hem gıda maddelerinin daha büyük ölçekte dolayısıyla daha ucuza alınabilmesine olanak tanır. Hem de insanların bir araya gelip kaynaşması, dayanışma bağlarının güçlenmesi için fırsat yaratır. Maddi katkıda bulunamayanların da yararlanabilmesi, ayrıca yoksulluğa-yoksunluğa karşı direnme pratiklerinin bir örneği olur. Derken bir hafta Malatyalıların, diğer hafta Rizelilerin yöresel yemeklerini pişirmesi gibi kültürel bir boyut da kazandırılabilir ortak mutfaklara. Yerel yönetim marketlerde kasa çıkışına hijyenik sepetler yerleştirerek yurttaşların “1 kilo pirinç, 1 demek pırasa, 1 kasa limon” gibi gönüllü katkılarına da olanak yaratılabilir.
3) Zaman bankaları: Karşılıklılık temelinde insanların farklı bilgi, beceri ve donanımlarını değiş-tokuşa açtığı bir sistemdir. Diyelim ki bir kişi İngilizce dersi verebilir, diğeri duvar boyayabilir, bir diğerinin elinden marangozluk gelir. Lisan dersi veren kazandığı puanı, evini boyatmakta kullanabilirken; kırılan masasının ayağını tamir ettiren havuza saz çalmayı öğreterek katkıda bulunabilir. Verilen hizmetin piyasa ekonomisindeki TL karşılığına bakılmaksızın sadece gayret temelinde harcanan zaman dikkate alınır. Böylelikle kapitalist iş bölümünün yarattığı eşitsizliklere - hiyerarşilere de meydan okunur. İşsiz yurttaşların bu çerçevede daha fazla zaman harcayıp, “tutunabilmelerine” de katkıda bulunulur.
4) Yerel para: Yerel yönetimin yarattığı bir para/puan sistemi ile yereldeki etkinliklerin desteklenmesi, harcama gücünün en azından bir bölümünün yerelde kalması amaçlanır. Örneğin yerel yönetim öğrencilere ayda 500 TL burs veriyorsa bunun 100 TL’ye karşı gelen kısmı yerel para cinsinden ödenir. Öğrenci çay-kahve içerken bu parayı harcar; cafe işletmecisi berbere böyle ödeme yapar; berber ise musluk tamirinde kredisini kullanır… Zaman bankacılığı ile koordine çalışılırsa, orada biriken puanlar da yerel paraya çevrilebilir. Blockchain teknolojisiyle yüklemeler – harcamalar dijital ortamda da gerçekleşebilir. Haliyle yerel paranın harcama sınırları vardır. Örneğin buzdolabını, ulusal gazeteyi, ithal ürünü yerel parayla satın almayı beklememelisiniz.
5) Kent tarımı: Yerel yönetimin kent tarımı yapmak isteyenlere küçük bir toprak parçası tahsis ettiği, ayrıca sulama-sürme olanakları gibi altyapı desteği sağladığı uygulamalar da bu kapsama girer. İnsanların dayanışma içerisinde kendilerine ait belli bir toprak parçasında ekim-dikim yaptığı örnekler de. Örneğin işsiz bir semt sakini bu çerçevede yoğun emek harcamış olabilir. Bir işe girdikten sonra da mahsulden emeğinin karşılığı ayni olarak ödenebilir. Ayrıca kırsaldan kente göç edenlerin tarım kültürünü buralara taşımaları, bu kültürden başkalarının yararlanmasına olanak tanımaları da kent tarımının diğer bir boyutudur.
6) Semt kütüphaneleri - dijital bilgi merkezleri: Aslında kütüphaneler kamu mülkiyetinin uygulandığı, “herkesin ihtiyacına göre” ilkesinin hayata geçtiği en iyi örneklerdir. Gezici kütüphanelerin yanı sıra, sokaklarda insanların toplumsal sorumluluk temelinde kitap koyup-ödünç aldığı mini kütüphaneler de yaygınlaştırılabilir. Sol yerel yönetimler veri ve enformasyonun herkesin erişebildiği kamusal bir nitelik taşıması gerektiği ilkesinden hareketle ; aksi halde yeni eşitsizlik kapıları açılacağının bilincinde olarak dijital bilgi merkezlerini de devreye sokmalı, buralardan internete, veri tabanlarına erişimi kolaylaştırmalıdır.
7) Üretim-tüketim-işçi kooperatifleri: Kooperatiflerin istihdamı teşvik etme, üretkenliği artırma, özyönetim anlayışı çerçevesinde firmaları demokratikleştirme potansiyeli vardır. Dünya ve Türkiye örnekleri kooperatiflerin hoşgörü ve demokrasi kültürünün gelişmesi, toplumsal cinsiyet, mezhep ve etnik ayrımcılıkların törpülenmesi açısından son derece elverişli bir zemin sunduğunu gösteriyor. Karar verme erkinin kooperatiflerde toplandığı bir örgütlenme pratiğinin yerel yönetimler tarafından desteklenmesi, özendirilmesi bu açılardan da büyük anlam taşıyor. İşçi kooperatiflerinin lokanta-kafe işletmeciliği, el sanatları, basımevi, kurye servisleri gibi iş alanlarında özellikle yaygınlaşması beklenir.
8) Boş bina ve arsaların değerlendirilmesi: Yerel yönetimler boş, kullanılmayan binaların, arsaların kamusal kullanıma açılmasını sağlamak için harekete geçmek yanında, yarım kalmış-tamamlanamamış binaları da zaman içerisinde bedelini ödeme koşuluyla devralabilir. Böylelikle hem kamusal konut inşaatına/sağlanmasına hız verebilir, hem de sportif, eğlenme, dinlenme, sanatı geliştirme gibi toplumsal amaçlarla atıl alanları hizmete açabilir. Bu kapsamda özellikle Barcelona Belediyesinin Ada Colou yönetiminde, “kent hakkı” çerçevesinde “mutenalaştırma projesine” karşı direnişi çok değerli pratikler içeriyor.
9) Sanat ve kültür kooperatifleri: Özellikle yerel sanatçıların yerel yönetimler tarafından desteklenmesi büyük önem taşır. Kültürün mimari, tarihi, günlük yaşam ve eğlenme ile ilgili çeşitli boyutları vardır. Yerel hafızayı canlandıracak, geçmişi bugüne taşıyacak kent kimliğinin yitirilmesini engelleyecek çabaların özendirip, desteklenmesi de çok önemlidir. Bu çerçevede yerel müzeler büyük bir işlev görebilir. Benzeri bir misyonla kurulmuş kooperatiflerin fonlanması, altyapı olanaklarının onlara açılması gerekir. Ayrıca halkın özellikle gençlerin ücretsiz bilgi ve beceri artırıcı kurslara katılımı sağlanabilir.
10) Kreşler, Dispanserler, Yaşlı Bakım Evleri: Mümkünse her mahalleye kreş, dispanser ve yaşlı bakım evi açılması amaçlanmalıdır. Buralara insanlar gönüllülük temelinde ilaç, malzeme yardımı yapabilir veya zamanlarını sunarak katkıda bulunabilir. Sağlık personeli de verdiği emeğin karşılığını zaman bankasından hizmet alarak kullanabilir.
Yukarıda saydığımız tüm bu sosyal hizmetlerin etkin biçimde işlemesi ancak mahalle meclislerinin kontrol ve denetimiyle gerçekleşebilir. Unutmayalım Son tahlilde “dayanışma ekonomisinin” bel kemiği mahalle meclisleridir.