ODTÜ'de Mimarlık öğrenimi görmeyi kendisi seçmiş olmasına karşın ta başından beri mimarlık yapmayacağını bildiğini söylüyor Murat Aydın. '97'deki mezuniyetine değin, mimarlık öğrenimine devam ederken içinde yer aldığı ODTÜ Oyuncuları'yla oyunlar sahneler, her yıl şenlikler organize ederken bu işin tasarım kısmından çok keyif aldığını farketmiş. Çalışma yaşamında da bu esnada edindiği bilgi ve tecrübeden yararlanarak çeşitli global şirketlerin organizasyonlarını yürütmüş, ve halen 2009'da kurduğu Marché Event şirketi bünyesinde event design ve management yapıyor. Sohbet ederek insan tanımanın, kişileri analiz etmenin, bu analizlere göre yorumlarda bulunup çözüm üretebilmenin öğrencilik yıllarından kalma alışkanlığı olduğunu söyleyen Murat Aydın'la yaptığımız söyleşiyi keyifle okuyacağınızı umuyoruz. |
Murat Aydın kimdir? |
Ben asker bir ailenin en son çocuğuyum. Eskilerin deyimi ile tekne kazıntısı. Annem, gurur duyduğum gerçek bir ev işçisi. 1973’te İzmir’de doğdum. 3 kardeşiz; 2 ablam var. Bir memur çocuğu olarak tek maaşla okuyabilmiş olmaktan gurur duyan, on binlerce memur çocuğundan biriyim ve üç kardeş bundan gurur duyarız.
Ben ortaokul sonuna kadar eğitimi İzmir’de devlet okullarında tamamladım. Babam astsubaylıktan emekli olduktan sonra, İzmir’de kuyum işiyle uğraşmaya başlamıştı o yıllarda. Ben de ilkokul yıllarımdan itibaren boş kaldığım zamanlarda ona yardım etmeye gittim hep. “İşletme” kavramı ile tanışmam oldukça genç yıllara gider bu nedenle.
Çok başarılı bir ilk ve ortaokul dönemi geçirdiğimi söyleyemem. Asıl başarı hikayem lise ile başlar. Babamın işinden bahsetmemin aslında en önemli nedeni, bu başarı hikayesinin başlangıcı olması. Çünkü ben de esnaf olacağım korkusu ile başarılı olmaya kadar verdim! :) Lise sınavlarında Fen Lisesi’ni kazandım. O yıllarda 6 Fen Lisesi vardı Türkiye’de ve toplamda 540 öğrenci girebiliyordu. Arkası zaten "çalışkan bir öğrenci”, “çalışkan bir iş adamı” olarak devam etti... |
Neden ODTÜ? |
90’lı yılların başıydı benim ODTÜ Mimarlık’a girişim. İzmir’de yaşıyordum ve o yıllarda iletişim bugünkü kadar yaygın yapılamadığı için sadece başarılı öğrencilerin gittiği bir üniversite olarak tanıyorduk. Ben lise yıllarımdan beri mimar olmayı istiyordum ve en iyi mimarlık bölümü ODTÜ’deydi. Üniversite sınavına hazırlanırken en büyük motivasyonum bu olmuştu açıkçası. ODTÜ’nün gerçekte ne anlama geldiğini üniversiteye başladığımda gördüm. |
ODTÜ’de yaşam nasıldı? |
ODTÜ’de benim okuduğum yıllar, gelir uçurumunun henüz bu kadar olmadığı yıllardı öncelikle. Durum böyle olunca da hangi aileden hangi gelir durumundan gelmenden çok insanlar başarı hikayelerine odaklanıyordu. Her kesimden, Anadolu’nun her şehrinden arkadaşımız oldu bu sayede. Ben de İzmir’den gelmiştim. Hatta İstanbul ile tanışmamın üniversiteyi bitirdiğim zamandan sonra olduğunu düşündüğümde, kendimi de kabuğundan yeni çıkmaya başlayan bir genç olarak tanımlayabilirim. Toplumsal statülerden çok “iyi insan” kavramı üstüne odaklanıyorduk. İlişkiler daha derin, sohbetler daha anlamlıydı elbette. Birbirimizi tanımak için fazlaca zamanı birbirimizle geçiriyorduk. Akıllı telefonların henüz olmadığı, internetin henüz kütüphane gibi kullanıldığı yıllardı tabii. Ben kendi gelişim sürecimde bu bağlamda bu dönemi çok değerli buluyorum. 21 yıldır hizmet sektöründe başarılı bir iş yaşamı sürdürmeme en önemli katkıdır bu yıllar. Sohbet ederek insan tanımak, kişileri analiz etmek, bu analizlere göre yorumlarda bulunup çözüm üretebilmek o yıllardan kalma alışkanlığım. |
ODTÜ’de pek çok öğrenci topluluğu var, bunlara katıldınız mı? Size kazandırdıkları neler? |
ODTÜ’nün en önemli farkı buydu o yıllarda. 1980 sonrası, üniversitelerde öğrencilerin bir arada bir şeyler yapmasının çok da onaylanmadığı dönemlerdi, politik bir kargaşa çıkar korkusu ile. Ancak biz ODTÜ’de bunun tam tersine farklı başlıklarda öğrenci topluluklarına üye olabiliyorduk. Yanlış anımsamıyorsam 50'den fazla topluluk vardı. Ben de “ODTÜ Oyuncuları” üyesiydim. Tiyatro topluluğuydu. Sahne sanatları ile tanışmam da o yıllara dayanır zaten. Asıl ilginç olanı, şu an geldiğim nokta ne ise, bunu mimarlık okumak kadar tiyatro ile uğraşmama borçluyum diyebilirim. Sahne üstünde olmak, hatta bir oyunun mutfağında çalışmak farklı bir deneyim. Bugün beyaz yaka dünyasında çok popüler olan “big picture-büyük resim” sözcüğünü birebir yaşıyorsunuz sahne sanatlarında. Kostümden makyaja; dekordan oyunculuğa her şey aslında ortak tek bir büyük resmin bölünemez parçaları. Ben çok şanslı biri olarak tiyatronun her aşamasında aktif çalıştım. Bahsettiğim her alanında üretim yapma şansım oldu. Dikiş bilmiyordum ama kostüm dikiyordum. Mimarlık okumaya yeni başlamıştım ama 100m2 sahne alanında dekor tasarlıyordum. Bu dönem, birçok şeyi bir arada düşünebilme yetimi oldukça geliştirdi. Üstüne mimarlık eğitimim ile daha da perçinlendi. Mezun olduğumda, tasarım eğitimim kadar konsept tasarımcılığı yönüm de piyasada iş yapacak kadar gelişmişti. Hatta ODTÜ Oyuncuları’nda bulunduğum 6 yıl içinde 6 tane de Tiyatro Şenliği organize eden ekipte aktif görev alma şansım oldu. “Organizatörlük” ile de tanışmıştım anlayacağınız. :) Bunlardan da önemlisi, dost olarak gördüğüm arkadaşlarımın çoğu, 6 yıl boyunca birlikte oyun ürettiğim bu insanlar. Aradan 30 yıl geçti ve biz hala daha dün Mimarlık Amfisi’nden (Tiyatro yaptığımız mekan) çıkmışız gibi ilişkimize devam ederiz. |
Okuldan sonra neler yaptınız? Bir öğretmenlik deneyiminiz de olmuş, bunu bize anlatır mısınız? |
Okuldan sonra bir süre ne yapacağıma karar veremedim. :) Bu aslında ODTÜ mezunu olmanın kötü yönlerinden biri diyebilirim. Çünkü ODTÜ’den mezun olduğunuzda, aldığınız “multitask-çoklu görev” bakış açısı ile tuttuğunuz her işte başarılı olabilirsiniz duygusu yaratıyor. Ben mimarlık okumayı özellikle seçmeme rağmen, okula başladığım ilk gün de “mimarlık yapmayacağımı” biliyordum. Ben tasarım okumayı sevdim, kavramlarla oynamaktı en keyif aldığım bölüm. Büyük paftalar üstünde günlerce çizim yapmak, maket üretmek hiç bana göre değildi. Ancak iyi bir konsept tasarımcısıydım. Zaten mezun olduğumdan bu yana geçen 21 yıldır da bundan para kazanıyorum.
İlk bir yıl, ailemin de biraz zorlamasıyla mimarlık yapmayı denedim aslında ama olmadı. İlk bir şantiyede başladım işe; sabah 06:00’da yola çıkıp gece 22:00’de eve dönüyordum. “Bu kadar çok çalışacaksam ne anlamı var?" deyip 40 günde bıraktım o işi. Hayatta büyük konuşmayacaksınız.:) Organizasyon sektöründe bazen haftalarca eve gitmeden çalıştığımız dönemler oluyor. Öğretmenlik yapmam da 2000’deki krize denk gelir. Birden bire krizi bahane edip ücretleri 1/3 oranında indirmeye başlamışlardı işverenler. Burada ODTÜ’lü olma cesareti giriyor devreye tabii ki. Ben bu durumu kabul etmedim ve istifa ettim. 1 saat içinde kendimi bir ilçe kaymakamlığında bulduğumu hatırlıyorum: “Benim yapabileceğim yararlı bir iş ne var?” derken. Tam ertesi gün süper bir lisede İngilizce öğretmenliği yaparken buldum kendimi. Tam 2 yıl öğretmenlik yaptım, yaşamımın en keyifli dönemi.. |
Ankara’da okuduktan sonra, İstanbul’a gelmeye nasıl karar verdiniz? |
Benim İzmir’de başlayıp Ankara’da devam eden öğrenciliğim aslında benzer bir döngünün sonu. Bir memur şehrinden çıkıp başka bir memur şehrinde bitirmiştim üniversiteyi. Mimarlık okumuştum, tiyatro ile uğraşıyordum, müzikalde oynuyordum, organizasyon yapıyordum, kostüm tasarlayıp dikiyordum… Daha da önemlisi bunların hepsini de çok seviyordum. Ancak dediğim gibi, bir memur şehrinde olduğunuzda çevrenizdeki herkes sizi bunlardan birini seçmeye zorluyor. Bunların pek çoğunu bir arada yapabileceğim tek yer İstanbul’du ve radikal bir karar ile İstanbul’a yerleşmeye karar verdim. Benden 1 yıl önce İstanbul’a yerleşmiş ablamdan başka hiçbir bağlantım yoktu bu şehir ile. |
Organizasyon işiyle nasıl tanıştınız? |
ODTÜ Oyuncuları’nda az önce de bahsettiğim gibi Şenlik organize ediyorduk ve ben bu işten çok keyif alıyordum. Öncelikle her şenlikte 20-25 grup ağırlıyorduk. Onların gelmesi, konaklaması, prova saatleri, dekorlarının gelişi, kurulması... Bunları kağıt üstünde planlamak benim için heyecan vericiydi. O yıllarda “event management” gibi bir kavram henüz yok. (Akademik olarak hala da olduğunu söyleyemem zira hala alaylı bir sektörüz.) Organizatör dediğinizde Ahmet San ve Mustafa Oğuz çok popüler. Onlar da konser organize ediyorlar. “Acaba onlar nereden mezun?” diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum. Google’ın, ekşi sözlüğün, vikipedia’nın olmadığı yıllar diye düşünürsek hiçbir zaman da bulamadım :)) İstanbul bu anlamda kuantumun çok hızlı çalıştığı bir kent. Ne arıyorsanız, istekli ve tutkuluysanız onu size sunuyor. Ben şanslıyım ki 1998'de tanıştım bu sektörle fuar organizatörü olarak. Bugüne kadar da neredeyse her aşamasında çalışma şansını da elde ettim. |
Marché Event nasıl ortaya çıktı? |
Ben profesyonel olarak çok önemli şirketlerde çalıştım. Yapı-Endüstri Merkezi’nde Türkiye’nin en büyük Yapı Fuarları’nı organize etme şansım oldu. Sonrasında Tarih Vakfı’nda “Tarihi Mekan Organizasyonları” ile tanıştım. Ardından FYM Kreatif Grup’da 2003-2009 yılları arasında pek çok önemli global şirketin organizasyonlarını yapma şansım oldu. Tüm bu profesyonel geçmişimi gururla ve minnetle anımsarım.
Ancak her zaman öğrenmeye açık bir karakter oldum. Yeni bir şey öğrenmediğimde kendimi eksik hissederim. Biz Marche’yi 2009'da kurmaya karar verdiğimizde organizasyon sektörü farklı dinamiklerle işliyordu. Ağır sahne dekorları, büyük otel giydirmeleri vs. O yıllarda dünyada dijital dönüşüm, video mapping, entertainment design gibi kavramlar konuşulmaya başlamıştı. Patronlarımızın X kuşağının en eskileri olduğunu düşündüğünüzde onları yeniliklere adapte etmek, yeni bir şirket kurmaktan daha zordu. Bu nedenle radikal bir karar ile Marché’yi kurmaya karar verdik. |
Bize biraz Marché’den bahseder misiniz? Neler yapar? Nasıl bir ekibiniz var? |
Marché ilk kurulduğu günden beri “Story Telling-Hikaye Anlatıcılığı” üstüne yaşadı tüm gelişimini. Bizim kurduğumuz zamanlarda organizasyon şirketleri dekorundan tekniğine her şeyi kendi bünyelerinde yapıp, ticari gelirin tümünü kendi bünyelerinde tutmak istiyorlardı. O dönem için mantıklıydı ancak dünya uzmanlaşmayı konuşuyordu. Bu yansıma Türkiye’ye de gelecekti. Biz bunu önceden görüp: “Fikrin sahibiysen ve müşterini fikrinle ve kurgunla kendine bağlayabilirsen, dekorasyon, teknik vb. her şey alt tedarikçilerden temin edilebilir” dedik. Kurulduğumuz günden beri entertainment dışında kendimize ait hiçbir ürünümüz ya da malzememiz olmadı. Entertainment da hikaye anlatıcılığının olmazsa olmaz bir enstrümanıydı ve tasarladığımız şeyi tam yansıtmalıydı. Bu nedenle bu bölümü hep içimizde tuttuk. 11. yılımız bitti hala hiç malzememiz yok. Ancak deneyimi ve bilgisi ile gerçek anlamda event design ve management yapabilen inanılmaz bir kadromuz var ve hala story telling’in altını çizerek devam ediyoruz. Yıllar içinde günü yakalamak anlamında buna “360 derece iletişim tasarımı” gibi kavramları da ekledik elbette. Hantal depolarımız olmadığı, bu depoların masraflarını karşılamak için çalışmadığımız için, her zaman insana ve eğitime yatırım yaptık. Dönemlerin ihtiyaçlarına göre kadrolarımızı genişlettik. Şu anda çalışan 26 kişi var şirkette, hepsi de farklı farklı alanlardan:)) İşe şortla gelen arkadaşımız da var, takım elbise ile gelen Satış Direktörümüz de. 23 yaşından 50 yaşına kadar çalışanımız var.
3 yıl önce “Dijital Pazarlama” kavramının iyice yükselmesi ile birlikte tüm entertainment seçkimizi bir dijital portalde toplayıp “sparklebymarche.com”u kurduk. “egleniyormuyuz.com” diye tamamen eğlence ve life style üstüne bir blog yazmaya başladık.
Aslında sohbetin ODTÜ Mezunlar Derneği yayınında okunacağını düşündüğümde şununla bitirmek istedim:
ODTÜ’lü olmak, fikri bulmak kadar bu fikrin etrafında toplanabilecek doğru bir ekibi bir araya getirebilmek, onlara liderlik edebilmek, yönlendirebilmek, daha da önemlisi onları da inandırabilip “biz” diyebilmek adına önemli bir deneyim. Ben gerçekten bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum.
Klişe falan gelebilir ama bugün yine okusam yine ODTÜ’de olmayı emin olun tercih ederdim. |