Nükleer santral yapma ya da yapmama kararı santral için sadece ekonomik verilere, hammadde teminine, mühendislik ürün ve tasarımlarına ve yapı, inşaat, mekanizma, makina, proses ve teknolojilere dayalı olarak verilebiliyor olsa, ya da bunlara ilave olarak santralin yapımı, işletilmesi ve kapatılması sırasında çevreye, insanlara olan muhtemel etkileri kabul edilebilir sınırlar içinde kalıyor olsaydı ve nihayet kazayla, kasıtla, sabotaj nedeniyle ya da tabii afetlere bağlı olarak tesis ve işletme kaynaklı zararlar anında ve uzun vadede kontrol altında tutulabiliyor olsaydı, o zaman hiç kimsenin nükleer karşıtı olması düşünülemezdi.
Ancak varsayımlı bir dünyada yaşamıyoruz ve kontrollü laboratuvar koşulları günlük hayatın gerçeklerine maalesef uymuyor.
Nükleer santral dediğimiz zaman sadece "santral" kısmını ele alıyor olsak o takdirde tasarım, mühendislik, ekipman ve malzeme seçimi, montaj, işletme ve atık ve emisyon kontrolü konularının tamamı makina mühendisliğinin alt ihtisas dallarının ilgi alanına dahildir diyebiliriz.. Çünkü son tahlilde nükleer santral ısı kaynağı olarak fosil yakıtlar yerine nükleer yakıt kullanan bir termik santraldir.
Ama bu teknik gerekçeler, nükleer santral yapalım ya da yapmayalım karar süreçlerinde makina mühendislerine bir öncelik vermez. Olsa olsa santral yapılırken, yani tasarım ve imalat, inşaat ve montaj aşamalarında ve işletim, kontrol ve denetim süreçlerinde meslek gereklerini en üst düzeyde yerine getirme sorumluluğu yükler.
AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ HAKKINDA DEĞERLENDİRMELER
A - Teknoloji, süre, maliyet, verimlilik, çevresel faktörler, emre amadelik, kamusal yük, kalite, risk, atık, hammadde, bağımlılık, yerlilik, insangücü, eğitim, teknoloji transferi gibi faktörlerin ihale dokümanına koyularak hazırlanacak şartnameye göre yarıştırılması ve MİLLİ ve TİCARİ MENFAATLER ve TOPLUM YARARI açılarından en uygun olanın seçimi yapılması gerekirken ve bu mümkünken bu tercih edilmemiştir. Aksine hiçbir şeffaflık ilkesine uyulmadan ve gerekçesi kamuoyuyla paylaşılmadan TEK KAYNAK SEÇİMİ yapılarak nükleer santralin Rusya Federasyonu tarafından yapılması kararı milletlerarası andlaşmanın konusu olmuştur.
B - Rusya Federasyonu ile yapılan milletlerarası andlaşma içinde Türkiye’nin yarım asırlık nükleer teknoloji birikimi, uluslararası platformda nükleer santral teknolojilerinin zaman içindeki gelişimi, ulaşılan en üst güvenlik standartları ve Çernobil ve Fukushima kazalarının gündeme getirdiği ek sorunlar ve endişelerin yer almadığı yaygın kanaattir. Nükleer santral için geniş katılımla hazırlanmış bir teknik ve idari şartname yoktur.
C - Türkiye birincil enerji kaynakları bazında %74 oranında (2016) dışa bağımlıdır. Enerji hammaddeleri ithalatı dış ticaret açığının en önemli nedenlerinden biridir. Yıllar içinde 30-60 Milyar USD seviyelerindedir. Rusya birincil enerji kaynakları (petrol, doğalgaz ve kömür) içinde %35.8 (2016) bağımlı olduğumuz ülkedir. Sadece doğalgazda Rusya’ya bağımlılığımız %55-60 ve doğalgazın elektrik üretimindeki payı ise %30-40 seviyelerindedir. Bütün bu bağımlılık rakamlarına ilave olarak Akkuyu Nükleer Santrali ile Rusya’ya elektrik üretiminde hem de baz yük alacak şekilde ilave %7-10 seviyesinde bağımlı olmak için anayasamızın uluslararası andlaşmalara ilişkin getirdiği bir özel muafiyet penceresini kullanmak doğru değildir. (1982 Anayasası’nın 90’ıncı maddesi "...Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ....yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır..... Usulüne uygun olarak yürürlüğe konmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz..." demektedir.
D - Nükleer santralin Rusya Federasyonu menşeli bir devlet şirketi tarafından yapılması ve işletilmesi ve hiçbir şartta çoğunluk hissesini yitirmiyor olması Türkiye için bir risk faktörüdür ve bu riski almasını gerektiren ilave kamusal yarar söz konusu değildir.
E - Milletlerarası andlaşmanın İŞBİRLİĞİ andlaşması ismini alması da yanıltıcıdır. Sonuçta elektrik üretimi ticari bir faaliyettir ve Türkiye verdiği yatırım teşvikleri, izin, lisans ve yer imtiyazları ve elektrik alım garantileri karşılığında bir yabancı yatırımcının yatırım ve üretim yapmasını sağlamaktadır. Mevzuatımız gereği bu yatırım için doğrudan hiçbir yerli ya da yabancı, kamu ya da özel kuruluşla doğrudan sözleşme müzakereleri başlayamazdı. Ticari bir şirkete bu imkanın verilmesini sağlamak için araya bir Devletin girerek imza sahibi olması, olsa olsa şirketin ticari gayelerine ilave olarak söz konusu yatırımın Devletin siyasi beklentilerine ve stratejik hedeflerine hizmet edecek bir yönünün olduğunu gösterir.
Farzedelim ki TÜRK işadamları ABD’deki, Güney Kore’deki, Çin’deki ve Fransa’daki nükleer firmaların sahipleri olsunlar. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı da bir nükleer santral yaptırma kararı verse... Hiçbir ihale konusu olmadan santral yapım işini bu firmalardan birisine verebilir miydi? Hayır veremezdi... Vermeye kalksa diğerleri itiraz eder veya kamu ihale kurumu ya da mahkemeler iptal kararı verirdi.
O zaman kendi yerli ve milli firmasına veremediği ayrıcalığı nasıl oluyor da bir yabancı firmaya vermek üzere milletlerarası andlaşma yapılabiliyor?
NAMUS MESELESİ DİYE Mİ?
NASIL BİR MESELE BU?
A - Nükleer santral teknolojilerine dünyada az sayıda ülkenin sahip olduğu ve seçme olanaklarının kısıtlılığı bir gerçektir. Bu ülkeler içinde Rusya Federasyonunun teknolojik seviyesi ile ilgili olarak özellikle Çernobil kazasından sonra önemli tereddütler oluşmuştur. Çernobil kazasının ilk etapta uluslararası kamuoyuyla paylaşılmaması ve adeta gerçeklerin gizlenmeye çalışılması bu algının temel sebeplerinden birisidir.
B - Türkiye kaynak ülke bilgisinden arındırılmış olarak Akkuyu’da inşa edilecek nükleer santralin teknik ve idari şartnamesini, güvenlik önlemlerini, risk faktörlerinin ele alınışını, atıkların yönetimini, dışa bağımlılığın asgariye indirilmesi şartlarını, insangücü eğitimini ve teknoloji transferi hususlarını dünyadaki emsal santrallerin seviyelerini göz önüne alarak tanımlayıp talep etmemiştir.
Sonuçta; Türkiye kendi uzmanları tarafından geniş bir katılım ve mutabakatla özellikleri tanımlanmış bir santral yerine Rusya Federasyonunun belirli alım garantisi karşılığında vermeyi kabullendiği santrali satın almaktadır.
C - Anlaşmanın en kritik maddesi üretilen elektriğe verilen alım garantisi ve birim fiyatıdır. Bu fiyat sabit olarak alındığında maliyetleri arttırabilecek her talebe karşı yatırımcı Rusya Federasyonunun direnmesi olası olacaktır. Bu durumda varsayılan ve kabullenilen güvenlik eşikleri ile ilgili tereddütler artmaktadır. Sonuçta uygulanacak olan teknoloji ne kadar güncel, güvenli ve olası riskleri en aza indirilmiş olacaktır?
A - Nükleer enerji 1970’li yıllardan başlayarak ilk yatırım maliyeti yüksek olmasına rağmen işletme masraflarının azlığı ve baz yük santrali olarak kararlı ve sürekli üretimin mümkün olması nedenleriyle uzun vadede birim maliyetlerin düşük olacağı şeklinde değerlendirilmiştir. Ancak zaman içinde alternatif elektrik üretme maliyetleri sürekli düşüş gösterirken nükleer santral yapım maliyetleri artmıştır. Akkuyu Nükleer santralinde uzun pazarlıklar sonucu 15 yıl süre için Devletimiz tarafından kws başına verilen alım garantisi 12.35 USD sent, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından ihalesi yapılan 1000 MW’lık rüzgar santralinde 3.48 USD sent, 1000 MW’lık Karapınar Güneş Santralinde ise 6.99 USD sent’dir. Öte yandan Haziran 2018'de İstanbul’da faturalara yansıyan konut elektrik birim fiyatı (24.46 krş) 5.1 ABD senttir. Dolayısıyla Rusya Federasyonuna verilen alım garantisi nedeniyle meri fiyatlarla nükleer kaynaklı her kws elektrik Türk hazinesi tarafından 12.35 - 5.1 = 7.25 USD sent sübvanse edilmek zorunda kalınacaktır. Dışa bağımlı bir kaynak hem de sübvanse edilerek cari açığı arttırmaktadır. Nükleer enerjinin baz yük olacağı iddiası bu fahiş maliyet farkını izah etmekten uzaktır. 15 yıl boyunca üretilen elektriğin %50si için ödenecek fark (tüketicinin ödeyeceği 5.1 sente ilave) toplamda 19.1 MİLYAR US DOLARIDIR. Bu rakam zaten nükleer santralin toplam maliyetidir. İlk 15 yılda santralin cirosunun % 50 alım garantisi ile 32.4 milyar dolar ve ilave olarak piyasa fiyatıyla satılan % 50 üretimden gelen 10.71 milyar dolar ile birlikte toplamda 43.11 Milyar US Doları olduğunu hesaplayabiliriz.
Santralin kalan 45 yılda piyasa fiyatlarından satış yapması öngörülmüştür. Tüm yatırım ve finansman maliyetleri karşılanmış olan santralin o tarihlerde elektrik üretim havuzu içinde en karlı üretim olacağını iddia etmek mümkündür. Bu durum yatırımcı için büyük bir avantajdır. Türk tüketicisinin bu maliyet avantajından nasıl istifade edeceği bilinmemektedir.
B - Başta ABD olmak üzere dünyada bazı santrallerin sadece alternatif enerji kaynaklarına karşı fiyat rekabetinde dezavantajlı konuma düştükleri için kapatıldığı da bir gerçektir.
1940’larda bir toplu imha teknolojisi olarak dünya gündemine oturan "nükleer teknoloji" özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda barışçıl amaçlı çok sayıda elektrik santralinde kullanıldı. O yıllarda aynen 1912 yılında Titanik gemisini inşa eden mühendislerin geminin batmasının imkansız olduğunu iddia ettikleri gibi nükleer santraller için de benzer güvenlik iddiaları gündemdeydi. Tam böyle bir 'nükleer santral kazası imkansızdır' iddiaları sürerken ABD’nin Pensilvanya eyaletinde "3 Mil Adası" nükleer santralinde reaktör kazası oldu. Can kaybı olmadığı yazıldı ama 14 yıl süren nükleer temizlik o yıllarda 1 milyar ABD Doları maliyet oluşturdu. Kaza öncesinde halkın büyük oranda desteklediği nükleer santrallere karşı protestolar arttı ve kamuoyu anketlerinde karşı olanların oranı % 54’e çıktı. New York kentinde 1979 yılında yapılan bir yürüyüşe 200.000 kişi katıldı.
Nükleer endüstrisi ABD’de büyük darbe aldı ama dünyanın başka ülkelerinde yeni santrallerin yapımı devam etti. Bu arada nükleer santrallerin lisanslanması, kontrol ve denetim koşulları zorlaştırıldı. Kaza ve arızalara karşı önleyici tedbirler ve acil müdahale sistemleri geliştirildi. Güvenlik konseptleri baştan aşağıya değişti.
Ancak 1986 yılı Nisan ayı yine nükleer endüstrisi için bir kabus ayı oldu. Çernobil’deki patlama ve sebep olduğu ölümlerle birlikte etkisi yıllar sonra bile devam eden radyasyon yayılması anti nükleer hareketi güçlendirdi. Pek çok ülke yatırım programlarını revize etti. Dünya çapında protestolar oldu.
Nükleer lobisi Çernobil faciasının nükleer teknolojiden değil, doğu blokunun kalite, teknoloji, denetim zaaflarından kaynaklandığı iddiası ile krizi yönetmeye çalıştı.
Ancak anti nükleer gruplar için hem ABD’de hem Rusya’da olan kazalar yeni santral projelerine karşı çok güçlü muhalefet imkanı veriyordu.
Dünyada teknolojik seviyenin, güvenlik arttırıcı bilincin, insangücünün en tecrübeli ve nitelikli, afetlere ve acil durumlara en hazırlıklı ülkesi kabul edilen Japonya’da 2011 yılında oluşan dev tsunami Fukushima’da tarihin en büyük nükleer kazasına sebep oldu. Artık nükleer taraftarları dünyada çok güvenli ve sorun yaratmayacak bir teknolojinin var olduğu iddialarını devam ettirmekte zorlanıyordu. Japonya ve akabinde pek çok ülke çalışmakta olan santrallerini kapattılar. Bazılarını ancak ilave güvenlik denetiminden geçirdikten sonra yeniden çalıştırdılar. Bu santrallerle ilgili son durumda bazıları kapalı, önemli sayıda santral kapatılma programına alındı. Bazı ülkelerdeki yeni santral projeleri de iptal edildi.
'3 Mil Adası', ‘Çernobil’ ve ‘Fukushima’ nükleer kazaları dünyadaki nükleer yatırım kararları için adeta çok güçlü ve aktif FAY HATLARI gibidir.
Ülkemizin artan nüfusu, halkımızın hakkı olan refah artışlarının sağlanması ve büyüyen ekonominin en önemli girdisi olan elektrik enerjisinin kaliteli, ucuz ve kesintisiz temini elbette önemlidir. Ancak sayılan tüm bu beklentilerde herhangi bir kısıtlama ya da zorlaştırma yapmadan Türkiye’nin artan talebini hazinemiz üzerinde daha az külfet oluşturarak ve dış bağımlılığı azaltarak çözmek mümkündür. Bu konudaki yatırım ve harcamaları hem arzı arttıracak hem de talepte tasarruf sağlayacak şekilde yönlendirmek gerekmektedir.
Akkuyu Nükleer Santralinin inşaatı sırasında 10 000, işletme döneminde 3500 kişi çalışacağı ilgili Bakan tarafından resmi olarak açıklanmıştır. Sadece inşaatın süreceği ilk 10 yılda nüfusu takriben 100 000 kişi olan bir şehrin ekonomisi yaratılmış olacaktır. Sonuçta tek başına Cumhuriyet tarihimizin en büyük yatırım projesidir. Kullanılacak olan malzeme, tasarım, imalat tekniği, inşaat metotları, montaj ve yönetim ve işletme metodolojisi, kalite, üretim ve yönetim standartları bir mühendis için müthiş heyecan uyandıran ve mesleki açlık ve hırs konularıdır. Yeni ve üstün teknolojiler mühendisin iddia, mesleki tatmin ve kendini gerçekleştirme alanlarıdır.
Yazımızın başlığını yeniden hatırlayalım...
Sadece Makina Mühendisi olsam Akkuyu Nükleer Santralinde çalışmaktan büyük haz duyardım.
Ancak; mesleki birikim ve becerilerini ülkemizin çağdaş medeniyetler seviyesine gelmesi ve uluslararası platformda daha rekabetçi olması adına seferber etmekten başka bir hedefi olmayan ve tüm vatandaşların refah ve mutluluğunu esas alarak ülkenin bağımsızlığını korumaya azimli her vatandaş, her meslek insanı ve her Mühendis gibi yazının başından beri saydığım tüm faktörleri gözönüne alarak farklı bir sonuca ulaşıyorum.
Kaldı ki;
- Nükleer atıklar ile ilgili riskleri teknolojik olarak tamamen yokedecek çözümler üretilmeden,
- Hiçbir kimsenin, 100’lerce yıl sonraki nesillere zarar verebilme potansiyeli olan bir tercih yapması,
- Alternatif çözümler var iken kolaycı davranması,
İnsani değildir! Ahlaki değildir! Etik değildir!
-----
Murat Sungur Bursa, Sürdürülebilirlik Akademisi Başkanı, Danışman. ÇED Genel Müdürlüğü, Çevre Bakanlığı Müsteşarlığı, Marmara Depremi Rehabilitasyon Projeleri Direktörlüğü, Zorlu Enerji Grubu Başkanlığı yaptı. DPT’de çalıştı. KOSGEB’in kurucu yöneticilerindendir.