Sunuş

Mentorluk programımıza uluslararası akreditasyon

Hüray Böke (MAN’82)

Anma

Ömer Saatçioğlu’na

Ahmet Asena (IE'78)

Anma

İnsan Mühendisi Bir Hoca Rona Aybay'ın Ardından

Selami Gedik (MAN'75/76)

Ekonomi

Kur Korumalı Mevduat - Rakamsal Bir Analiz

Uğur Ayken (MM'76)

İçimizden Biri

ECS Başkanı Prof. Dr. Turgut M. Gür (CHE'66) ile Söyleşi

Ömer Kaymakçalan (CHE'67)

Bir ODTÜ'lü

Nazmi Civil (ME'92): "En önemli sorumluluğum genç liderler yetiştirmek"

Mentorluk

Altın Madalyaya Giden Yolun Öyküsü

Hüray Böke (MAN’82)

Kampüsten

TÜÖBİK - ODTÜ Öğrencilerine Dair Araştırma Sunumu

Yaren Küçükkör (ECON 2. Sınıf)

Burstan Haberler

MAN'80 Mezunları Burs Fonları

Söyleşi

Ebru Ataca ile Okul Destek Derneği üzerine

Anı

ODTÜ Uluslararası Bahar Şenlikleri

Hasan Reyhanoğlu (EE'99)

Çevre

Validebağ'da ranta karşı nöbetin yıldönümü

Arif Belgin

Edebiyat

Marielle

Zeynep Sert (ECON'83)

Künye

İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayın Organı

Temmuz 2022 sayısı

İçimizden Biri

ECS Başkanı Prof. Dr. Turgut M. Gür (CHE'66) ile Söyleşi

Ömer Kaymakçalan (CHE'67)

Stanford Üniversitesi'nde enerji dönüşüm ve depolama malzemeleri ve süreçleri ile buna bağlı olarak küresel ısınmayı yavaşlatma ve temiz enerji yöntemleri üzerine araştırmalar yapan, makalelerine en çok atıfta bulunulan bilim insanları arasında yer alan, geçtiğimiz aylarda da ABD'nin köklü ve saygın bilimsel derneklerinden Electrochemical Society'nin başkanlığına seçilen Prof. Dr. Turgut M. Gür, Baraka okurları için Ömer Kaymakçalan'ın sorularını yanıtladı. Turgut hocamızın gelişmiş ülkelerin bilim ve teknolojiye yaklaşımları, ODTÜ'lülük ve ODTÜ'deki çalışmalar, yenilikçilik, girişimcilik ve yaratıcılık konularındaki görüşlerini ilgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz.

 

Electrochemical Society Başkanlık görevine seçilen ilk Türk oldunuz. Öncelikle tebrik ederiz. Bize kuruluştan ve bu göreve uzanan yolculuğunuzdan bahseder misiniz?

Electrochemical Society (ECS) 1902 yılında elektrokimya alanında akademik ve endüstriyel araştırma yapan bilim insanları tarafından kurulmuş Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en eski bilimsel derneklerden biridir. Yaklaşık 80 ülkeden 8,000 kadar bilim insanının üyesi olduğu ECS elektrokimya alanında aynı zamanda uluslararası en büyük bilimsel kuruluştur.


120 yılı aşkın geçmişinde pek çok gelişime imza atmış bir dernek olan Electrochemical Society, üyeleri arasında büyük mucit Thomas Edison, Dow Chemical’ın kurucusu Herbert Henry Dow, alüminyum üretimde kullanılan Hall-Heroult sürecinin mucidi Charles Martin Hall, ‘dünyayı doyuran teknoloji’ olarak tanımlanan Haber-Bosch amonyak üretim sürecinin mucidi Fritz Haber, ve Intel firmasının kurucularından ve Moore Kanunu’nun isim babası Gordon Moore gibi ünlü isimlerin yanında şimdiye kadar 16 adet de Nobel ödüllü üyeyi bünyesinde barındırmış köklü ve saygın bir bilimsel dernektir. Nitekim 2019 yılı Nobel Kimya ödülü, lityum-iyon pillerinin geliştirilmesine yaptıkları üstün katkılardan dolayı uzun yıllardır ECS üyeleri olan John Goodenough, Stanley Whittingham ve Akira Yoshino adlı üç araştırıcıya layık görülmüştü.


Ben bu derneğin 1973 yılından beri aktif üyesiyim. Bu uzun süre içinde derneğin pek çok kurulunda gönüllü olarak görevler ve sorumluluklar aldım, sayıları yirmiyi aşkın sempozyumlar organize ettim, onların oturum başkanlıklarını ve yayın editörlüklerini üstlendim. Daha yakın bir zamanda da derneğin “Yüksek Sıcaklık Enerji Malzemeleri ve Prosesleri” (High Temperature Energy Materials and Processes – HTEMP) bölümünün tüm liderlik basamaklarında ikişer yıl görev yaptıktan sonra bu bölümün Başkanlığına seçildim. Bölüm başkanlığı görevim 2016'da sona erince ECS derneğinin eski başkanları bu kez dernek başkan yardımcılığına adaylığımı koymamı istediler. Üç yıl süren başkan yardımcılıkları kademelerinden geçtikten sonra bu yıl Mart ayındaki seçimlerde ECS Başkanı seçildim. Tabii bu saygın kuruluşa ilk Türk bilim insanı, ayrıca da bir ODTÜ mezunu olarak seçilmiş olmam benim için büyük bir gurur ve onur kaynağıdır.

 

Yurtdışına çıkış hikayenizi anlatır mısınız? Nasıl karar verdiniz? Ne gibi zorluklar yaşadınız?  

Yurtdışına çıkış nedenlerim tabii ki çok. En başında da maddi ve mesleki imkanlar gelmekte. Bunun yanında o sıralarda daha küçük yaşlarda olan çocuklarımın eğitimleri ve gelecekleri için onlara fırsat yaratma amaçlarımız, ve ailem için güvenli, özgür, ve hukukun üstün kılındığı bir toplumda yaşamak isteklerimiz beni yurtdışında gelecek arama yoluna yöneltti. Ayrıca 1978 sonlarında hanemize yapılan silahlı saldırı teşebbüsü ve sonucunda kapımızda 6 ay süreyle 7/24 polis himayesinde yaşamak zorunluluğunda kalmak bu kararımızı hızlandırdı.

 

Birkaç defa Türkiye'ye geri döndüğünüzü fakat bu dönüşlerinizin kalıcı olmadığını biliyoruz. Türkiye'ye ne umutlarla döndünüz ve sizi neler hayal kırıklığına uğrattı ki kesin dönüşten vazgeçtiniz?

Ben de eşim Gülay (Yerman) da —ODTÜ Kimya Bölümü 1968 mezunu— Türkiye’ye ve ailelerimize çok bağlı insanlarız. Büyük beklentiler ile döndüğümüz memleketimiz ve de daha önemlisi toplumumuzu her dönüşümüzde tanımakta ve kabullenmekte zorlandık. İster 1970’lerin ikinci yarısında ODTÜ’de öğretim görevlisi iken yaşadığımız anarşi, terör, suikastlar, boykotlar ve politik kargaşa arasında olsun, ister 1980’li yılların ortalarında Türkiye ekonomisinin gerek maddi gerekse ahlak ve kural açısından çöküntü yaşadığı yıllar olsun kendimize bir gelecek göremeyip tekrar ABD’ye Stanford Üniversitesi'ne geri döndüm.

 

Sadece Stanford Üniversitesi'nde değil Çin Madencilik ve Teknoloji Üniversitesi ve Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nde de eğitim vererek akademik kariyerinize birden fazla kıtada devam ediyorsunuz. Amerika, Avrupa ve Çin gibi farklı kültürlerde edindiğiniz tecrübeyi ve bu ülkelerin bilim ve teknolojiye yaklaşımlarını anlatır mısınız?

Siyaset ve devlet idari yapıları birbirlerinden çok farklı olmasına rağmen, bu üç değişik kıtadaki ülkelerde hele akademik hayatta her şeyin başında liyakat prensibi geliyor. Bilgiye ve liyakate saygı, bilene saygı, üretene fırsat ve maddi imkan sağlanması, kapsamlı bir altyapı ve altyapı zinciri teknoloji üretmek ve geliştirmenin ‘olmazsa olmaz’ıdır. Teknoloji hele ileri teknolojiler ancak bilgi hem de ihtisaslaşmış bilgi birikimine sahip nitelikli işgücü sayesinde geliştirilebilir. Bunda üniversitelerin önemi çok büyüktür. Bu konuda bence maalesef Türkiye çok gerilerde kalmıştır, hatta bıraktırılmıştır. Liyakat yerine hal hatır, politik görüş, aile dost bağlantısı ile kilit kadrolara getirilen atamalarla teknolojik atılım başarılamaz. Buna karşılık bahsini ettiğimiz bu memleketler ihtiyaçları olan nitelikli ve ihtisaslaşmış işgücünü dünyanın her yerinden cezbedip kendi bünyelerine katma politikaları ve programları sürdürüyorlar. Örneğin Çin’in son 20-30 yılda yaptığı büyük teknoloji ve üretim hamleleri büyük nisbette bu nitelikli işgücü ve finansman politikaları ile gerçekleşmiştir. Benzer olarak, ABD üniversitelerinin dünyadaki en saygın üniversiteler arasında yer almalarındaki en önemli nedenlerden biri, dünyanın her yanından en iyi yetişmiş, en bilgili ve yetenekli seçme öğrencileri ve hatta öğretim görevlilerini bünyelerine cezbedebilmeleridir. Zira ileri teknoloji ve yaratıcılığın alt yapıtaşlarından en önemlisi yeni bilgi üretimidir. Bu da pozitif döngü içerisinde nitelikli eğitmenlerin nitelikli öğrenciler ile ortaklaşa çalıştığı, fiziksel ve düşünsel ortamı yaratıcılığa açık yüksek öğrenim kurumlarında gerçekleşebilir.

 

Alanınızda Türkiye’deki akademik ortamı nasıl değerlendirirsiniz? Özellikle ODTÜ ne durumda sizce?

Öncelikle, benim çalıştığım alanlar, dünyanın neresinde olursa olsun ileri teknoloji içeren araç gereçlerle donatımlı, kapsamlı laboratuvar altyapısı ve bu altyapının devamlılığını yaşatacak ihtisaslaşmış bir bilgi ve yetenek birikimi ve sürekliliği gerektirir.  Yakın dostum ve aynı zamanda akrabam olan, ODTÜ rektörü rahmetli Prof. Ahmet Acar yaptığı büyük atılımlar ve yurtdışına açılımlar ile kaynak yaratmış, bu engelleri kısa zamanda aşmayı başarmış, hepimizin ve Türkiye’nin gururu ODTÜ’nün dünya sınıflandırmalarında ilk 100 üniversite arasına girmesinde büyük bir rol oynamıştı. Ayrıca, Silikon Vadisi modelinden hareketle, ODTÜ kampusu içinde müstakil bir TeknoKent kuruluşuna öncülük etmişti. Tabii ki bütün bunlar tek bir kişinin öz başarısı olamaz, ama vizyonlu, çağdaş, bilgili, donanımlı, uzlaştırıcı ve de demokratik ilkelere bağlı bir rektör olan Prof. Acar’ın kurmuş olduğu liyakatli kadroların müşterek emekleri ve katkıları ile o başarı yakalanmıştı. Ama şimdilerde ODTÜ ve diğer üniversitelerimizde liyakatin arka sıralara itildiğini üzüntü ve esefle gözlüyorum.

 

ODTÜ'de geçirdiğiniz yıllar kişiliğinizin ve kariyerinizin oluşumunu nasıl etkiledi?

Ben ODTÜ’deki ilk yılımı TBMM arkasındaki eski kampusta tamamladım. ODTÜ daha kadrolarını tam kuramamış çok genç bir kurumdu. Tüm zorluklara ve eksiklere rağmen, bize Ankara’nın muhtelif kurumlarından ders vermeye gelen subay, mühendis ve akademisyenlerin fedakarlıkları, azimleri ve donanımları sayesinde sağlam bir eğitim aldığımıza inanıyorum. Zira benim devre arkadaşlarım okul sonrası çok başarılı kariyerler sahibi oldular, Türkiye’ye çok önemli katkılar sağladılar. 1960’lı yıllardaki ODTÜ anılarımı hem hasret ile hem de bana hayattaki bu fırsatları yaratmamdaki katkıları dolayısıyla minnet ile anıyorum.

 

ODTÜ yıllarından unutamadığınız, sizde etkisi kalan anılarınız var mı? Özellikle o dönem Türkiye'nin hareketli yılları idi ve siz ODTÜ'nün ilk öğrencilerindensiniz...
Bizler yeni ODTÜ kampusunun ilk yıllarında tek bir ağacın hatta ara yolların bile olmadığı, çoğunluğu ısıtmasız veya sobalı eski askeri baraka dershanelerde ve yemekhanelerde, eksik ve zor şartlarda eğitim almak durumunda kaldık, ama hiç yoksunmadık ve şikayet etmedik. Zira ortada hepimizin gururla inandığı bir amaç vardı, onun da adı ODTÜ’ydü. O yıllara ait acı tatlı çok anım var. Bunların arasında seçim yapmam zor. Ama şurası muhakkak ki, 1970 başlarında ODTÜ Kimya Mühendisliğinde doktoraya henüz başlamışken bölüm başkanımız Prof. Temel Çakaloz’un bana gelip “Turgut duydum ki Stanford’dan kabul mektubun varmış, bursa ihtiyacın varsa bugün bölüme iki adet ABD bursu geldi, birini sana tahsis edebilirim” demesi, bana yurtdışında hem de Stanford gibi saygın bir üniversitede doktora fırsatını yarattı. Hayat akışımın değişmesine vesile olduğu için kendisine hep müteşekkir kaldım.
Uluslararası alanda önemli bir yere gelen bir ODTÜ mezunu olarak yeni mezun arkadaşlarımıza neler söylemek istersiniz? Yurt dışı kariyer düşünenler nelere dikkat etmeli?

Hangi meslek dalı olursa olsun, kişinin olgunluk ve bilgi birikim yaşı biyolojik yaşından ziyade hayatta üstlendiği yeni ve giderek ağırlaşan sorumluluklar ile büyür ve beslenir. Bunun sağlıklı büyümesi için de sağlam bir bilgi altyapısı gerekir.  Üniversite öğrenimi kişiye ancak bu bilgi altyapısını, analitik ve kritik düşünme becerisini ve sorgulamayı öğretir. Kişi sürekli bu altyapının üzerine bilgi eklemeyi ve kendine yeni ufuklar açmayı öğrenmeli; zira kişinin öğrenimi üniversiteden mezun olunca katiyen bitmez, bitmemelidir de. Hayat boyu öğrenmeyi kişi bir motto olarak benimsemelidir. Kişi yaşadığı müddetçe yeni şeyler öğrenmeye hep aç ve meraklı olmalıdır, risk almaya da. Yani, kafanızı kapıdan dışarı çıkartmaktan çekinmeyin, dışarıda sizi nasıl bir gelecek beklediğini kapının ardında saklanarak bekleyerek öğrenemezsiniz. Yurtdışında eğitim veya kariyer düşünenler, bu riskleri almaya açık ve başarıya odaklı olmalıdırlar.

 

Sosyal sorumluluk alanında da aktif olduğunuzu biliyoruz. Sizi motive eden şey nedir? TEF ve Eymir Kültür Vakfı çalışmalarına katıldığınızı biliyoruz...

Vaktim elverdiğince akademik ve profesyonel sorumluluklarımın dışında bilhassa eğitime yönelik sosyal çabalarım Türkiye’nin geleceğine bir katkıda bulunabilmek amacına yöneliktir. ABD California konumlu Turkish Educational Foundation (TEF) benim 40 küsur yılı aşkın süredir üyesi ve bağışçısı olduğum tamamen gönüllüler ile yönetilen ve 1970’de kuruluşundan bu yana Türkiye’de bilhassa kız ağırlıklı olmak üzere 10 binlerce öğrenciye eğitim amaçlı burs sağlamış bir vakıftır. Eğitimli, çağdaş, özgür, ve topluma artı değer katacak bireyleri ancak eğitimli, aydın, çağdaş anneler yetiştirir prensibine inanan TEF, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), Anadolu Çağdaş Eğitim Vakfı (ANAÇEV), Kadın Araştırmaları Derneği (KAD), Darüşşafaka ve Gündoğdu Çağdaş Toplum Gönüllüleri Derneği (Gündoğdu) gibi eğitim amaçlı saygın vakıf ve kurumlar kanalıyla Türkiye’de maddi zorluklardan dolayı eğitimine devam edememe durumundaki başarılı öğrencilere burs ve eğitim imkanları sağlamaktadır. 1990’ların sonlarında mütevelli ve Başkan Yardımcılığı yaptığım TEF ile o yıllarda ÇYDD kurucusu muhterem, idealist ve fedakar bir eğitimci olan rahmetli Prof. Türkan Saylan ile ‘Kardelenler’ ve ‘Anadolu'da Bir Kızım Var Öğretmen Olacak’ programlarında yer aldık ve maddi olarak destekledik, ve hala da destekliyoruz. Aynı yıllarda kurucusu Prof. Necla Arat vasıtasıyla KAD bünyesindeki kız öğrencilere de burs başlatmıştık ve o program da burs sağladığımız diğer saygın kurumlardaki bursiyer sayılarımız da çoğalarak günümüzde devam ediyor.

 

On yıl aradan sonra TEF’in yönetim kadrosuna tekrar döndüm. Geçtiğimiz yıl sadece ÇYDD bünyesinde çoğunluğu kız olan 1200 kadar öğrenciye, toplamda ise Türkiye’de yaklaşık 1600 öğrenciye burs sağladık. Tabii bu rakamlar Türkiye genelindeki ihtiyacı karşılamak için çok yetersiz. TEF olarak amacımız her yıl bursiyer sayımızı daha da artırmak ve Anadolu’da daha çok öğrenciye ulaşmak.

 

İstanbul ODTÜ Mezunlar Derneği ve Eymir Kültür Vakfı ile ilişkiniz nedir? Kuruluşunda nasıl bir rol aldınız? Mezunların örgütlülüğünün önemi, hedefleri ne olmalıdır?

Eymir Kültür Vakfının kurucu üyeleri arasında olduğum doğrudur, ama son yarım asra yakın zamanda maalesef Türkiye’de uzun süreli bulunamadığımdan şimdiye kadar ne vakfın tesis ve olanaklarından faydalanmam ve orada eski dostlar ile vakit geçirmem mümkün oldu, ne de vakfın yönetimine bir katkıda bulunabilmem. Belki daha ileriki yıllarda fırsat olur.

 

Mezun dernekleri ve vakıflar sosyal amaçlı eski mezunları bir araya getirmek, ODTÜ ruhunu yaşatma, ve üniversiteye yönelik maddi ve manevi katkılar sağlamak açısından bence çok kritik öneme sahip. Örneğin, Stanford’da hemen her laboratuvar veya bölüm binasının kapısında bağışçının isim tabelasını bulabilirsiniz. Üniversitelerin laboratuvar ve altyapı tesislerini ve akademik binalarını yenilemeleri, hatta nitelikli öğrenci çekebilmek için öğrenci burslarını yaygın kılmaları büyük ölçüde bu kaynaklar sayesinde gerçekleşir. ODTÜ bu konuda rahmetli rektörümüz Prof. Acar döneminde önemli adımlar attı, ama bu kaynakların devamı için bağış kültürünün kurumlaşması gerekiyor.

 

Araştırma yaptığınız konulardan kısaca bahsedebilir misiniz?

Araştırmalarımın büyük bölümünü, hele son yıllarda, enerji dönüşüm ve depolama malzemeleri ve süreçleri ve buna bağlı olarak da küresel ısınmayı yavaşlatma ve temiz enerji yöntemleri oluşturmakta. Bunun içerisinde doğalgaz ve kömür gibi karbon-bazlı yakıtların yüksek sıcaklık yakıt pillerinde verimli ve temiz olarak elektrik enerjisine dönüşümü, temiz enerji ekonomisi için elektrolit hidrojen üretimi, karbon dioksitin tekrardan yakıta dönüştürülmesi, enerjinin ve bilhassa da elektrik enerjisinin büyük hacımlarda depolanması için gerekli malzemeler ve sistemler sayılabilir. Daha önceki yıllardaki çalışmalarımı ise nanoteknolojiden ince tabaka yakıt pillerine, elmas tabakalardan süperiletkenlere, malzemelerin kinetik ve termodinamik özelliklerinin katı hal yöntemleri ile tespitlerinden membran ve sensor’lere kadar yayılan geniş bir yelpazede özetleyebilirim.

 

Amerika'da girişimciliğin başladığı bölge sayılan California gibi bir eyalette yaşıyorsunuz. Türkiye'de de girişimcilik düşüncesi yayılmaya başladı. Özellikle yeni mezun mühendislere girişimci ve yenilikçi olmaları için neler söyleyebilirsiniz? Amerika'da başarılı girişimcilerin ortak özellikleri nelerdir?

Benim içinden geçtiğim eğitim sisteminde ‘girişimcilik’ diye bir kavram yoktu, hatta sorgulamak bile her zaman kabul gören veya desteklenen bir ‘vasıf’ değildi. Ama yılların deneyimlerini yaşadıkça bunun ne kadar yanlış olduğunu, hele Silikon Vadisindeki emsallerine bakınca, çok daha iyi anlıyorum. Öğrenmenin nasıl yaşı yoksa, girişimciliğin de yaşı yoktur. Ama hayatta yıllar geçtikçe kişinin sorumlulukları arttığından gençlere daha az sorumluluk taşıdıkları bu erken yıllarını iyi değerlendirmelerini öğütlerim.

 

Girişimcilik için yaratıcılık, ağaçlardan ormanı görebilme ve sorun çözme yetenekleri, sabır, sebat ve hırslı bir kişilik gerekiyor. Yaratıcı olabilmek için de gerekirse ‘kutunun dışında’ özgür ve kritik düşünme yeteneğine sahip olmak ve hayatta risk almaktan çekinmemek gerekiyor. Kendinizi daha çok genç, deneyimsiz ve hatta bilgi eksiği hissedebilirsiniz, ama aklınızda insanların ihtiyacını karşılamaya onların yaşam seviyelerini zenginleştirmeye ve yükseltmeye yönelik bir fikir varsa risk almaktan çekinmeyin. Unutmayın ki, Gates Microsoft’u başlattığında Harvard’da henüz ön lisans öğrencisiydi; Jobs ilk Apple’ı 20’li yaşlarında yaptı; Page ve Brin Google’u başlattıklarında henüz Stanford’da öğrenciydiler. Bunun örnekleri sayısız. Yalnız risk körü körüne alınmaz ve alınmamalıdır da. Her şeyden önce girişimci olarak yola çıktığınızda gerek finansman gerek işgücü olarak kritik kütlenin önemini yadsımayın. Az parayla ve az insanla çok iş başarmak ancak bir yere kadar geçerli olabilir. Ayrıca fikrinizin nitelikli bir faydası, belli bir ihtiyacı karşılaması, gelecekte dahi olsa belli bir alıcısı, ve fikrinizi ürüne dönüştürmek için gerekli altyapının olması gerekir. Bu altyapıyı da finansman, nitelikli işgücü, teknik donanım, ve fikri ürüne dönüştürme süreçlerinde deneyimli kişi ve kaynaklara erişim kolaylığı oluşturuyor. Zira girişimci olarak çıktığınız yolun belki genel yönünü çizebilir görebilirsiniz, ama yola çıktıktan sonra sizin önünüze çıkacak her olayı, engeli ve fırsatı çok önceden bilemezsiniz. O yüzden de sabır ve sebatın yanında belli bir derecede esneklik gösterebilmek, önünüze çıkacak beklenmedik fırsatları değerlendirebilmek için gerekli olabilir.

 

Amerika'da özellikle çalıştığınız üniversitede akademisyen ve öğrencilerin bilimsel ve eğitim faaliyetlerinin dışında, içinde bulundukları toplumun sorunlarına ilgi ve katkıları var mı?

Pek çok özgür ve demokratik toplumda olduğu gibi burada da gerek öğrenciler gerekse de sivil toplum kuruluşları tahmin edebileceğiniz gibi çok aktiftirler. İster öğrenci kuruluşu olsun ister sivil toplum, inandıkları her türlü sosyal ve politik görüş ve duruşu savunurlar ve bunun için gerekli olan politik ve düşünce mücadelesini verirler. Ama bu uğraşlarında kendilerine özgür düşünce haklarını kullandıkları için müdahale edilmez, önlerine engel çıkartılmaz. Böyle günlerin yakında Türkiye’mize de geleceğini umuyorum.

 

Sizce gelişkin, sağlıklı bir üniversite eğitiminin olmazsa olmazları nelerdir?

Üniversiteler özgür ve özgün düşünce meşalesini taşıyan; dış baskılardan tamamen bağımsız, içeride ise demokratik kurallar ile yönetilen; bilgili, kritik düşünceli, ve topluma katkı sağlayan bireyler yetiştiren; her türlü fikir, öneri ve düşüncenin serbestçe tartışıldığı ve münazara edildiği; doğruları ve gerçekleri bulmaya yönelik müspet eğitim veren; risk almayı ve bilinen gerçeklerin bile serbestçe sorgulanmasını eğitim kültürünün bir parçası yapan; liyakatin kıstas tutulduğu, çağdaş eğitim veren, bilgi üreten, ürettiği bilgiyi de yayınlarıyla topluma geri veren kuruluşlar olmalıdır diye düşünüyorum.

 


e-posta: turgut.gur@stanford.edu
URL: http://www.stanford.edu/~turgut