Sunuş

"Zor günlerden geçiyoruz"

Yener Aydın (EE'76)

Maraton

8 Kasım’da bir günde dünyayı koşuyoruz

ODTÜMİST'den Haberler

ODTÜ Rektörüne

ODTÜMİST'den Haberler

Ulus ODTÜ Park

Ekonomi

Genç İşsizliği, İstihdam ve Lir Kuşları

Ali Rıza Güngen (ADM’03)

Uzaktan Eğitim

“Müzik değişince dans da değişir”

Prof. Dr. Soner Yıldırım

Anma

Prof. Dr. Ayten Coşkunoğlu Bear’ın Ardından

Prof. Dr. Gölge Seferoğlu

Anma

ODTÜ bir çınarını daha yitirdi

Prof. Dr. M.Volkan Atalay (EE'87)

Anma

Fahri Doğu........

Yaşar Morpınar (CHE’78)

bi' Dünya ODTÜ'LÜ

Tüm dünyadaki ODTÜ’lüler buluştu

Kitap

Hikayesini Arayan Gelecek

Bekir Ağırdır (MAN'79)

Edebiyat

Pascual Duarte ve Ailesi

Nükhet Tüzüner Tuncay

Edebiyat

Mürşid’in katmerli hikayesi

Müjde Alganer (MAN’93)

Fotoğraf Çalışma Grubu

Karantinayı kitaplaştırmak…

FÇG – Karantina Projesi Ekibi

Felsefe

Korona Günlerinde Felsefeye Devam

Gezi

Ilgaz’ın eteklerinde bir doğa ve kültür vahası

Gülsen Kırbaş

Mentorluk

Yeni bir başlangıç yapıyoruz

Burstan Haberler

Destekçilerimiz

ODTÜMİST'den Haberler

Söyleşi-Gezi-Etkinlik

Burstan Haberler

Salgın döneminde burs faaliyetlerimiz

Necmettin Oktay (76/OR-STAT)

Burstan Haberler

Burs İstatistikleri 2015-20

Edebiyat

Mürşid’in katmerli hikayesi

Müjde Alganer (MAN’93)

Hasan Reyhanoğlu’nun (EE'99) ilk romanı Mürşid, yakın zamanda Artemis Yayınları tarafından basıldı. Kendisi bir mühendis olduğu ve IT alanında çalıştığı için, 8. yüzyılda Bağdat’ta geçen, tarihsel kişileri ve kimi gerçek olayları konu eden kurgusal bir roman yazmış olması, Reyhanoğlu’nu az tanıyanlar için şaşırtıcı olmuş. Hasan Reyhanoğlu ile romanı Mürşid üzerine söyleştik…

 

Sevgili Hasan Reyhanoğlu, önce birkaç cümleyle kendinden ve edebiyat geçmişinden söz eder misin?

Sevgili Müjde, kendimi klasik yöntemle tanıtmaya çalışırsam 1973 Mersin doğumluyum. İçel Anadolu Lisesi ve ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği mezunuyum. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletme Yüksek Lisansı yaptım. Uzun süredir Bilgi Teknolojileri alanında güvenlik, denetim gibi konularda çalışıyorum. Ülkenin büyük ve köklü kurumlarından birinin siber güvenlik ve siber risklerden sorumlu yöneticisiyim.


Seyahat etmek, spor yapmak, sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmalarda bulunmak, okumak ve yazmak hayatımda daima yer alan faaliyetler oldular. ODTÜMİST Yönetim Kurulunda da yer aldım ve ikinci başkanlık yaptım. Derneğin Edebiyat Kulübünün, kurulduğu 17 Ekim 2003’ten beri aktif üyesiyim.


Çocukluğum Mersin’in bir sahil kasabasında çok kitap okunan, çok hikâye anlatılan, değişik kültürlerden çok sayıda misafirin ziyaret ettiği, farklı dillerin konuşulduğu kalabalık bir evde geçti. İnsanların kendi coğrafya ve kültürlerinden getirip anlattığı hikayeler, efsaneler, masallar, tarihsel, mitolojik ya da dini hikayeler hiç eksik olmadı hayatımdan. Küçük yaşlarda tüm kutsal kitapları, bunlara ilişkin tarihi ve bağlantılı hikayeleri okumuştum. Mürşid yayımlanmadan önce seçkilerde yer alan öykülerim olmuştu; sahnelenen oyunların dramatürji çalışmalarına destek vermiştim. Çok sayıda dergide ve Baraka’da farklı türde denemelerim, fikir yazılarım, makalelerim yayımlandı. Bir de Muhyiddin el Arabi – Fusus-ul Hikem çevirisine katkı sağlamış ve son okumasını yapmıştım.

 

Biz seninle Murat Gülsoy’un atölyesinde “normal” zamanlarda tanıştık hatırlarsan bundan dört yıl önce, herkesin sırayla üretimlerini okuduğu bir atölyeydi. Ve sen ilk defa Mürşid’e ait bir bölüm okumaya başladığında herkesin başının teker teker dönüp sana baktığını fark ettim. Zira okuduğun metin sıradışıydı… Dili farklıydı, anlattığı zaman farklıydı, diyaloglar farklıydı, her şey farklıydı. Genelde yazarken kullandığın dil bu mu, yoksa bu Mürşid’e mi özeldi?

Evet, tuhaf bir şekilde daha önce tanışmamışız, aynı okullarda okuyup, aynı yerlerde gezmiş olmamıza, ortak ilgi alanlarımıza rağmen. Bu dil, evet biraz farklı ve Mürşid’e özel. Ama kullanmakta, yazmakta zorlandığım bir dil değil. Farklı olmakla birlikte okurların anlamakta zorlanacağı bir dil de değil. Aileden gelen ciddi bir Arapça bilgim var, okuma yazma bilgisi dahil. ODTÜ’de Tarih Bölümünden Osmanlıca dersi almıştım seçmeli ders niyetine, uğraşmadan yüksek not almak için.


Mürşid’in hikayesi 8. yüzyılda Bağdat’ta geçtiği için ve ana karakter de dönemin halifesi Harun Reşid olduğu için arka planı daha iyi yansıtabilmek ve özellikle romanın ana konusu adaletle ilgili meseleleri irdeleyebilmek için bu atmosfere uygun bir dil kullanmam gerektiğini düşündüm. Bunu daha doğal yapabilmek için de hikâyeyi 1000 yaşını aşmış, kendisi tarih olmuş bir tarihçi ve hikâye anlatıcısına, Vakanüvis Vakkas Dede’ye anlattırdım.

 

Romanın ilk tohumu ne zaman ve hangi vesileyle atıldı?
Romanın ilk tohumu 2013 yılında bir arkadaşımla çıktığımız Uzakdoğu yolculuğunda atıldı. İstanbul’dan Hongkong’a uzanan uzun uçak yolculuğu esnasında bir ara hikâye gelenekleri üzerine konuşuyorduk. Ben de batıda kullanılan kurgulama geleneklerinin bir kısmının doğudan batıya geçtiğini, Binbir Gece Masalları, Hayy bin Yakzan, Şahname, Mantık at-Tayr gibi eserlerin Batı yazın sanatını etkilediğini belirtip bu kurguya benzer bir hikâye anlattım. Sonra o anlattığım kurguyu temel alan bir hikâye yazmaya karar verdim. İlk tasarı roman değildi, kısa sürede yazarım sanmıştım, öyle olmadı. Beş yıl boyunca yazdım, 400 sayfayı aşan bir roman oldu.

 

Mürşid’in ciddi bir kurgusu ve farklı özellikte birçok kahramanı var. Karakterlerin içinde tarihte gerçekten yaşamış olanlar hangileri? Kurgunun ne kadarı gerçek ne kadarı senin hayalin?

Mürşid tarihsel kişileri ve kimi gerçek olayları konu eden kurgusal bir roman. Bir tarih anlatımı değil. Halife Harun Reşid ile Halife’nin eşi Zübeyde, cariyesi Halise, veziri Yahya Bermekî, süt kardeşleri Cafer ile Fazl, cellat ve muhafızı Mesrur tarihte yaşamış karakterler. Romanda yer alan tarihe mal olmuş başka karakterler de var.


Behlül’ün yardım ettiği kadın, kocası ve çocuğu ile Harun’un yolculuğu, yolculuk esnasında rastladığı kişiler, onlarla sohbetleri, münasebetleri kurgu. Tabii romanın hikâye içinde hikâye biçiminde bir yönü var ve bu şekliyle döneme ve öncesine ilişkin çokça mitolojik hikâyeye, efsaneye yer verdim; elbette romanın kurgusuna, anlatacağım hikâyeye uygun olacak şekilde yeniden yorumlayarak. Burada geçen kişiler kısmen kurgu, kısmense bilindik efsanevi karakterler. Bir de hikâyeyi anlatan Vakanüvis Vakkas Dede var tabii kurgu olan.

 

Bir önceki sorunun devamı olarak kahramanların temsil ettiği döngüyü planlarken daha doğrusu romanın iskeletini oluştururken özel bir yöntem izledin mi? Bununla varmak istediğin nihayet tam olarak neydi?
Romanın tümü henüz ben yazmaya başlamadan önce çerçeve olarak belirmişti. Ancak bu çerçevenin inandırıcılığı yoktu. Çerçeve hikâyede adalet konusu mesele edilmiyordu. Basit bir mistik anlatı üzerinden ayağı yere basmayan, tarihsel gerçeklerle ve karakterlerle örtüşmeyen ibretlik bir kıssa anlatılıyordu. Yerli yerine oturtmak, ayağını yere basmak için bütün dönemi uzun uzadıya okuyup, inceleyip, değerlendirirken karakterleri, en gerçeküstü olanları dahil, gerçekmiş gibi düşünüp öyle yazmaya çalıştım. Epey uğraştan sonra yapabildiğime ikna oldum. Nihayetinde amacım adalet kavramını enine boyuna, her yönüyle gerçek meseleler ve bu meselelere önerilen çözümler üzerinden irdelemekti. Bir de gerçek üstü öğelerle, efsanelerle, masallarla, karakterlerle bezeli olsa da ayakları yere basan, ideal okurumu tatmin eden, iyi bir hikâye anlatmak istiyordum.

 

Arapçayı çok iyi biliyorsun. Mürşid’te Arapçadan çevirdiğin çok güzel şiirler var. Bunların çevirisini yaparken anlam veya ritim kaybı olduğunu düşünüyor musun?

Düşünmüyorum. Arap şiiri üzerine de Türk şiiri üzerine de çalışmıştım. Türkçeyle uğraşım başka dillerle olandan kat kat fazladır. Dönemin Arap şiirinde ritim duygusu çok önemli. Benim de 13 yıllık bir ritim geçmişim var, ritim ustalarıyla. Okay Temiz’le Afrika, Engin Gürkey ile Latin ritimleri çalışmıştık. Mısırlı Ahmet ile tüm Ortadoğu ve Anadolu ritimlerini gezdik yedi yıl. Ritmi anlaması zor olmadı. Çeviriler esnasında dersime çalıştım; her beyit, her sözcük için yeterince düşündüm, uygun sözcükleri, söz dizilerini aradım.


Çevrilemeyecek bir şiir vardı, tekerlemelerden oluşan. Onun da kendisi değil hikayesi mühimdi. Bazı önemli beyitlerinin anlamını verdim ama bütününü çevirmedim. Bunun dışındaki şiirlerin çevirilerinin hem ritim hem anlam yönünden romana yeterince hizmet ettiğini düşünüyorum.

 

 

Mürşid’in dünyaya gelişi ve yayımlanması kaç seneni aldı?

Fikir 2013’te vardı. Ama yüksek lisans yapıyordum, yazacak durumum yoktu. Yazabileceğim ilk fırsatta, 2014 Nisan’da yazmaya başladım. Bitmesi 2018 Haziran’ı buldu. Arada kızım doğdu tabii, gecikmenin bir sebebi de canım kızımdır 😊. Kucağında dünya tatlısı bir bebek varken insanın yazası gelmiyor.


2019 Kasım’da yayıneviyle sözleşmesini yaptık. Maalesef ekonomik kriz, arada yaşanan kâğıt krizi gibi durumlar derken bir yazarın hele de ilk kitabıysa, beğenilse dahi yayınevlerinde sıra bulmakta zorlanıyor.

 

Yazma süreçleri benim özel ilgi alanım o yüzden şunu öğrenmek istiyorum, Mürşid’i yazarken seni en çok zorlayan bölümler ve/veya karakterler hangileriydi ve neden? En çok hangi aşamada oyalandın?
Kurguda yer aldığı haliyle farklı bölümlerde aynı karakterler aynı sahneye dönüp yeniden tartışıyorlar. Bunları farklı bakış açılarından görüyoruz. Bu sahneleri yazarken çok oyalandım. Sanırım etkili bir sahne olmasından çok gerçekçi bir sahne olmasına odaklandım. Bunu yapabilmek için o karakterin tüm geçmişini, kitapta yer alan tüm halini, sözlerini hem kendinin hem başkasının bakış açısıyla ne söyleyip ne kastettiğini irdelemek gerekiyordu. Uğraştırdı.

 

Bu yarattığın karakterler içinde beraber olmaktan en hoşnut oldukların kimlerdi ve Hasan Reyhanoğlu’na yakındı?

Vakanüvis Vakkas Dede bana en benzeyen karakter desem komik olur tabii. Bin yaşını aşmış bir adam; ama onun hayata, yaşamaya, okumaya dair bazı fikirlerini kendimden ödünç verdim. Diğer yandan roman karakterlerinden Behlül’ü yazmak çok keyifliydi. Bana benzediği için değil de sınırsız bir yaratıcılığa olanak sağladığı için. Düşünün ki adam deli muamelesi gören, tutarsız, manasız hareketleri olan bir insan. Mezarlıkta münzevi bir hayat yaşıyor. Fakat zeki, eğitimli ve hatta doğaüstü bir sezgisi var. Karşısında tarihin gördüğü en ihtişamlı, en kuvvetli halifelerden biri olsa da onunla tereddüt etmeksizin didişebiliyor.


Yazarlar kahramanlarının kanatlarıyla uçarlarmış. Benim kahramanlarımın kanatları oldukça sağlamdı. Nasıl kanat çırptık, o okuyucunun takdiri.

 

Bir roman için yola çıkarken, süptil bir fikirden, gizli örtük bir mesajdan ya da gayet iddialı bir hükümden ilham alabiliyoruz. Her nasıl yola çıkarsak çıkalım yol ya da kervan bizi başka bir yere sürükleyebiliyor ve biz buna gönüllü razı oluyoruz. Bu anlamda Mürşid’i yazarken seni yoldan çıkaran fikirler oldu mu? Olduysa bunlar seni asıl yapmak istediğine yaklaştırdı mı?

Elime kalem aldığımda ne yazacağımı biliyordum demiştim ama bitmiş halinin bir roman için yeterli olmayacağını düşünüyordum. Bizlere benim mezun olduğum ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliğinde bir şey öğrettilerse o da dersimizi iyi çalışmamız gerektiğidir. Ben de oturup döneme, karakterlere ilişkin bulabildiğim her şeyi, sadece Türkçe yazılmış değil, İngilizce ve Arapça kaynaklar dahil her şeyi okudum. Kitaplar, makaleler, ansiklopediler, birkaç doktora tezi okudum, döneme ilişkin Arapça bir dizi izledim. Arka plan kolaydı benim için, arka plana doğmuştum zaten ama dönemi anlayıp karakterleri esasınca tahlil edince romanda sırıtan yerler, tutarsızlıklar kendiliğinden çözüldü, anlam kazandı. Sonrası yazmaya ilişkin bir emekti.

 

Bütünüyle değerlendirirsem, en başında bu kadar uğraşmak zorunda kalacağımı sanmıyordum. Gelgelelim bu uğraşın bana bu denli keyif vereceğini bilmezdim. Yazmak daha çok bir yolculuk gibi, romansa sonunda varmak istediğin yer. Benim yolculuğum beklediğimden uzun ve meşakkatli geçti ama öğreticiydi, doyurucuydu, keyifliydi. Vardığım yerse varmayı hedeflediğim yerden çok daha güzel ve tatmin ediciydi şüphesiz.

 

Okurlarından gelen tepkileri merak ediyorum? En çok hangi konularda beğeni aldın? Dil mi anlatı mı? Hikayeler mi? Karakter oluşturma mı? Kurgu mu? Kritik aldığın noktalar oldu mu? Bu arada kitabın kapağı efsane…

Beğeniden çok şaşkınlık. Çocukluğumu bilenler için şaşırtıcı değil elbet ama lise hayatım sonrasında tanıştığım kişiler için romanın mevzu ettiği meselelere dair bir roman yazmam sürpriz oldu. Öyle bir iş yapmıyorum, öyle bilinmiyorum. Tamamen farklı bir kariyer yolum var.


Benim için en anlamlı yorumlar bir edebiyat profesörü, bir tarihçi ve bir hukukçudan geldi. Uzman oldukları konuda kalem oynatmışım, sahne almışım. Hem tarihi karakterler hem deve dişi konular var anlattığım. Basit, bilindik bir konuda tezata düşme, çuvallama ihtimali var. Özellikle istemiştim okumalarını. Sağ olsunlar okudular. Yorumları onur verdi, saklıyorum.


Dil ve anlatım başından beri ilgi çekiyordu. Kurgunun geneli değil belki ama iç içe öykülerin sıralaması, açılıp kapatılan meseleler üzerinden karakterin anbean değişimi ve hedefe doğru yolculuğu dikkat çeken diğer konuydu.

 

Eleştirildiğim en önemli konu, hikâyenin sonunda Zübeyde’ye iki çift lafı esirgemiş olmam. Yapmamayı tercih ettim. Ben Zübeyde’ye taraflı bir gözle bakmadım. Tarihin gördüğü en güçlü, muteber sultanlardan Zübeyde. Temsil ettiği makama, ailesine, atalarına dair hassasiyetleri var. Fıtratınca, gereği neyse onu yapıyordu. Aksine iki çift laf edilip kışkırtılması herkese zarar. Lakin ya fazla duygusal davranıyoruz ya da eksik bıraktığım bir husus var, tam anlatamadığım. Belki ben de düz okur olsam duygusal davranmak isterdim, bilmiyorum.