1916 doğumlu Cela, toplumsal ve varoluşçu yaklaşımların yanı sıra, bireyin psikolojik sorunlarına da yer veren, bölgesel alışkanlıklar ve dilin kullanım biçimlerini önemseyen “yeni gelenekselcilik” (neo-costumbrismo) hareketini yaratan 36 kuşağı yazarlarındandır. Cela’nın Pascual Duarte ve Ailesi romanıyla getirdiği yenilik İspanyol edebiyatının eski bir geleneği olan “pikaresk” romanla paralellik kurması ve yaşamı acı, vahşi, endişe üreten olumsuz yönleriyle abartılı bir şekilde yansıtmaya yönelen “tremendismo” (acı gerçekçilik) akımını başlatmasıdır. Roman birçok eleştirmen tarafından “ilk varoluşçu gerçekçilik örneği” ve iç savaş sonrası İspanyol edebiyatında bir dönüm noktası olarak değerlendirilmiştir.
Cela, gençliğinde Franco ordusuna onbaşı olarak katılmış bir milliyetçi olduğundan rejimle bir sorunu olmamıştır. Pascual Duarte ve Ailesi romanı herhangi bir rejim eleştirisi içermemesine rağmen kilisenin sansürüne uğramış ve romanın 2. baskısı Arjantin’de yapılmıştır. Sansür nedeni Pascual’ın olumsuz (anti) kahraman oluşu, şiddet ve iğrençliğin yaygın kullanımıdır. Bu özellikler, iç savaş sonrası ahlak ve din konularında örnek İspanyol ailesini şekillendirmeyi hedefleyen falanjistlerin hayalini kurduğu tabloya uymamaktadır.
Roman ustaca kurgulanmıştır. İlk sayfalarda anlatının, 1939 yılının ortalarında Almendralejo’daki bir eczanede bulunan karmaşık bir kâğıt demetinin düzenlenmiş hali olduğu, metni temize geçenin notu aracılığıyla okura aktarılır. Metni temize çeken kişi sayfa numarası bulunmayan bu karmaşık kâğıtları kendince düzenlediğini söyler. Hemen ardından Pascual’in yazdığı metinle birlikte Badajoz Cezaevinden gönderdiği 15 Şubat 1937 tarihli mektup gelir ve okura az sonra okuyacaklarının anlatıcının başından geçmiş gerçek olaylara dayandığı söylenir.
Anlatının sonuna yine çeşitli kişilerin Pascual hakkında birbirlerine göndermiş oldukları mektuplar eklenmiştir. Romanın başında, bir eczanede bulunduğu söylenen gizemli paket, metnin yeniden düzenlenmesi, ayrıca başta ve sonda yer alan mektuplaşmalar, sözde gerçek bir metnin aktarılıyor olduğunu okura sezdirir. Anlatıcı olan Pascual, okuru anlattıklarının gerçekliğine ikna etmeyi hedeflerken, “gerçeklere bağlı kalmak gerekirse” gibi ifadelere başvurur. Bu türden ifadeler bir anlatım tekniği olarak anlatı boyunca belirli aralıklarla okurun karşısına çıkar.
Pascual’in anlattıkları, aslında bir günah çıkarma niteliğindedir ve idam cezasını beklerken yazılmıştır. İspanya’nın Extramadura bölgesinin Badajoz ilinin bir köyünde doğduğunu ve 55 yaşında olduğunu söyler. Zamanında ırgatlık yapmıştır. Bir süre sonra cinsel dürtüler hissettiği ve hamile bıraktığı Lola ile evlenir. Bu evlilik aracılığıyla kasabalıya da erkek olduğunu kanıtladığını düşünmektedir. Anlatıda, dönemin kırsal yaşamı ile birlikte Pascual’in iç gerçeği duyumsadıkları ve cinayetleri işlemeye varan psikolojik durumu baştan sona kadar çok yoğun bir biçimde aktarılır. Romanın izleği, Pascual ve aile bireylerinin iç parçalayıcı durumu, gelişen talihsiz olaylar ve Pascual’ın kolayca işlediği suçlar üzerine kuruludur. Pascual sıklıkla başka bir konumda olsaydı yaşamının çok farklı olacağını, suçlu konumunda olmayacağını söyler.
Pascual Duarte ve Ailesi romanında ‘tremendismo’ özelliklere sahip bölümler:
Koku duyusu aracılığıyla okura mide bulantısı yaşatmak. Pascual, evi ve ahırı okura şu şekilde betimler:
"Gerçeği söylemek gerekirse odalar temiz değildi […] Evin en berbat bölümü olan ahır, boğucu ve karanlıktı, kargalara yem olacak leşler birikmeye başlayınca uçurumun dibinden yükselen kokunun tıpkısı."
Kokuşmuşluk, nefret ve şiddet duyguları anlatı boyunca devam eder. Birkaç örnekle gidelim. Pascual’ın elinden gelecek ilk ölüm, bakışlarından rahatsızlık duyduğu köpeği Kıvılcım’ı bulur. Pascual, onu öldürmeye götüren ruh halini ve köpeğin tavırlarını şu şekilde anlatır:
"‘Kıvılcım’ yine karşıma uzandı ve yine bana bakmaya başladı. Şimdi anlıyorum ki bakışı günah çıkartan papazlarınki gibiydi: adamın ciğerini okuyan o soğuk ve keskin bakış… [...] Tek kırmalı tüfeğim bacaklarımın arasında usulca okşanmaya bırakmıştı kendini. Köpek beni ilk kez görüyormuş gibi, az sonra suçlamaya başlayacakmış gibi, gözlerimin içine bakıyor; bu bakış beni öylesine çileden çıkarıyordu ki, çok geçmeden pes etmek zorunda kalacağım belliydi. […] Tüfeği kaldırıp ateş ettim; doldurup bir daha ateş ettim. Köpeğin yavaş yavaş toprağa yayılan kanı koyu ve yapışkandı."
Pascual’ın annesini betimlediği bölüm, annesini tüm iğrenç ayrıntılarıyla aktarmasına örnektir:
"Anam oldukça uzun boyluydu, ama babam gibi etli butlu değil, sıskaydı, çelimsizdi. Sarı benzi ve çökük yanaklarıyla veremli ya da verem olmak üzereymiş izlenimini veren, sinirli, kaba, hırçın ve ağzı bozuk bir kadındı; hiç yoktan en kaba küfürleri sıralar dururdu. […] yıkandığını yalnız bir kez görmüştüm; ona sarhoş karı diyen babama sudan korkmadığını kanıtlamak için yapmıştı bunu. […] Dudak köşelerini tutmuş kır bıyıkları, tepesinde ufak bir topuz yaptığı, tarak yüzü görmemiş, çalı gibi saçları vardı. Ağzının çevresinde, saçma yaralarını andıran […] pembe benekler göze çarpıyordu; yaz gelince arada bir canlanır, renkleri koyulaşır ve toplu iğne başı büyüklüğünde, irin dolu kabarcıklara dönüşürlerdi."
Pascual, kuduz bir köpek tarafından ısırılan babasını ve onun kilitledikleri yüklükte ölmesini, “Soğukkanlılıkla düşünülürse, kuşkusuz gülünçtü bu ölüm, içler acısı ama yine de gülünç bir ölüm…” sözleriyle tanımlar ve anlatımına şöyle devam eder: “Önceleri bir şeyciği yoktu ama sonradan başlayan titreme nöbetleri aklımızı başımıza getirdi. […] Ertesi akşam babamın sesi kesildi […] ölmüştür diye kapıyı açtığımızda, yüzünde cehennemi görmüş bir insanın korkusuyla yerde yattığını gördük. Ağlayacak yerde, anamın, sanki ne zamandır bunu iple çekiyormuş gibi gülmeye başlaması, beni oldukça korkuttu."
Pascual, engelli doğan küçük kardeşi Mario’nun başına gelen talihsizliklerden de tüm gerçekliğiyle söz ederek okur üzerinde acıma ve iğrenme hisleri yaratır:
“Tam o günlerde, siz daha iyi bilirsiniz ya, sanki dişi çekilirken yuttuğu kanlar nedeniyle (söylemesi ayıptır) kıçında öyle bir kızamık ya da ona benzer bir döküntü başladı ki, kabarcıklardan akan irinler, sidiğine karışıp kaba derilerini soydu, etlerini çırılçıplak ortaya çıkardı; yaraları sirke ve tuzla sağaltmaya kalkıştığımızda kopardığı korkunç çığlıklar en katı yüreği bile eritirdi. […] Böylece bebecik, iyi kötü, dinginlik içinde yaşayıp giderken, bir gün –dört yaşındaydı- şansı yine ters döndü […] domuzun biri iki kulağını da ısırıp afiyetle yiyiverdi.”
Pascual roman boyunca annesini öldürmek için dayanılmaz bir dürtü hisseder ve bundan kaçmak için önce Madrid’e, oradan da La Coruña’ya gider. Sıla hasretine dayanamayıp köyüne geri döndüğünde annesi pek sevinmez. Kız kardeşi Rosario onu Engracia kadının yeğeni olan Esperanza ile tanıştırır ve evlenirler. Annesi ile birlikte oturmaktadırlar, aralarındaki olumsuz davranışlar nefreti yeniden canlandırır. Pascual bir süre nefretini körükleyen içgüdüleriyle savaşırsa da sonunda teslim olur. Uyumakta olan annesinin odasına girdiğinde bir an tereddüt edip vazgeçecek gibi olur, ancak annesinin gıcırdayan döşeme sesini duyması ve “Kim var orada?” diye sormasıyla, Pascual aldığı kararı uygular:
“Boğuşmaya devam ediyorduk.[…] Melun karı zebanilerden daha güçlüydü. Zapt edebilmek için, erkek olmanın bana sağladığı tüm üstünlükleri kullanmak zorunda kalıyordum. […] Tırmalıyor, tekmeliyor, yumrukluyor, ısırıyordu. Bir ara meme başımı —sol meme başımı— ısırıp kökünden koparıverdi. İşte tam o anda bıçağımı gırtlağına saplayabildim… Kan oluk gibi akıyor, yüzüme fışkırıyordu. Bir kucak gibi sıcaktı ve tadı kuzu kanının tadından farksızdı.”
—————
Faydalanılan kaynaklar:
[1] Camille Jose Cela: Pascal Duarte ve ailesi, Can Yayınları, 1989
[2] Ebru Yener Gökşenli: İç savaş sonrası İspanyol romanına yansıyan tarihsel, toplumsal ve sosyal çeşitliliğin incelenmesi, İstanbul, 2011. Tez danışmanı: Doç. Dr. Rafael Carpintero Ortega